Networking, duyduğumuzda çoğunlukla beynimizde doğru ya da hatalı bir resim beliriyor. Çevremizde ilişki içinde bulunduğumuz insanlar ve oluşturdukları topluluklarla ilgili bir şey...
İş yaşamında ilişki ağı geliştirme manasında kullanılıyor. Yabancı kelimeleri kullanma gereksizliği ve güzelim lisanımıza yapacağı tahribat düşünülmeksizin kullanılıyor. Çoğumuz bir emperyalist baskı altında gerçekleştiğinin farkında değiliz. Ancak farkındalığı yüksek olanlarımızda aynı çember içindeyiz.
Bulunduğunuz pazarda ve iş çevresinde kimleri tanıyorsunuz? Sizi tanıyanların sayısı ve niteliği nedir? Kişisel markanız algılanmış mı yani sizi nasıl tanıyorlar? Buunduğunuz çevrenin uluslararası boyutu var mı? Anılan bu sorular bu kavram içinde soruluyor ve yanıtlanıyor.
Diğer yandan periyodik kriz ortamlarını zaman zaman yaşayan yurdumuz insanı küresel bir krizle mücadele etmeye çalışıyor. En güncel sıkıntı ise işsizlik, yurdumuzun kurumsal firmaları bile henüz ellilerine gelmemiş, çalışma hayatının en verimli çağını yaşayan kişileri işten çıkarıyor. Bir yandan en üretken çağlarında işten çıkarılan bu kişilerin çoğu ne yapacaklarını şaşırmış durumda iken diğer yandan en önemli değerlerini kaybettiklerinin farkına varma şansına sahip olmayan firmalarımız... İlginç ve dokunaklı günler yaşanıyor.
Çok açık anlaşılıyor ki işini kaybedenler hazırlıksız yakalanmışlar. İşlerini kaybedenler kendi işlerini yapıyor olarak düşündükleri, çalışma yaşamları boyunca kafalarını gömdükleri işlerinde, deli gibi çalışmışlar ve şirketlerinin dışına çıkıp hiçbir kişi ve kuruluşla temasa geçmemişler.
Firmaya bağlılık derecesinin yüksek olması latifesiyle avunarak ve sonsuza kadar aynı işyerinde çalışacakları sanarak çevre yapma konusuna önem vermedikleri anlaşılıyor. Ancak, şimdi piyasada yeterli sayıda tanıdıklarının olmadığını fark ediyorlar.
Çoğu özgeçmiş hazırlamayı bilmiyor. “İş nasıl aranır?” ise tam bir muamma. Şüphesiz başa gelen çekilir. Mecburen öğrenecek ve bir işe kavuşacaklar. Ancak networking kelimesinden ders çıkarmak durumunda olanların sayısı oldukça fazla olacak sanıyorum.
Network oluşturmanın incelikleri konusunda birkaç kelime yazmak istiyorum. Aslında işin temelinde sosyalleşme istek ve becerisi bulunuyor. Daha çok özel yaşamda hissedilen sosyalleşme olgusunu iş yaşamına aktarmanın yollarını araştırmamız gerekiyor. Geçmişten kalan ve ve bugün karşılaşılan fırsatları değerlendirmek durumundayız.
Lise ve üniversite arkadaşlarıyla görüşmelerini sürdürerek, mezunlar derneğinde çalışarak, belki Facebook ta Yahoo' da gruplar oluşturmak yoluyla dinamik bir sosyal dinamizm sağlanabilir. Aynı bakış açısıyla sektörel dernekler ve rakip firma yetkileri ile tanışma, sivil toplum kuruluşlarında sorumluluklar alarak network oluşturma çabaları içinde bulunabiliriz.
Internet Network oluşturma açısından önemli noktada duruyor; Günümüzde gelişen teknoloji, geniş kitlelerin takip ettiği yeni eğilimler ve internet kullanım alışkanlıkları, pazarlama trendlerinin şekillenmesinde önemli rol oynamaktadır. `Online` sosyal çevreleri kullanma tekniklerinin geliştirilmesi ve başarılı bir şekilde değerlendirilmesi, işle ilgili fırsatlar yaratma aşamasında büyük avantajlar sağlamaktadır.
LinkedIn daha önce bilgi sahibi olmadığınız kişilere, bilgiye, iş olanakları ve fırsatlara erişme olanağı sunarak profesyonel ağınızı çevrimiçi hale getirir. Güvenli bağlantılar ve kişiler üzerine kurulan LinkedIn, dünyanın en geniş ve en güçlü profesyonel ağını yaratmıştır. Halen birçok sektörde 25 milyondan fazla profesyonel LinkedIn üzerinden iletişim kurmaktadır.
Yine Xing, Twitter ve bloglar (Blogger, WordPres) dâhil olmak üzere, Web 2.0 siteleri network oluşturmak amacıyla kullanılabilir.
Ülkemizde Bluefin (mavi yüzgeçli) orkinos avcılığı ve yetiştiriciliği son yıllarda olağanüstü bir
gelişme gösterdi. Türkiye’nin hatırı sayılır sektörlerinden biri haline gelen ve özellikle ihracat açısından çok önemli bir potansiyele sahip olan sektör, ne yazık ki şu an için bazı önemli uluslararası sıkıntılar da yaşıyor.
Türkiye balık avcılığı ve yetiştiriciliğinde çok köklü bir tarihe ve kültüre sahip olmasına ve Mavi Yüzgeçli Orkinos un göç rotasındaki Akdeniz’e kıyısı olmasına rağmen, ancak geçen yıl Dubrovnik’te düzenlenen ICCAT toplantısında (Atlantik Orkinos Neslinin Korunması Amaçlı Uluslararası Komite) orkinos avcılığı için kota alabilmiştir.
Sektörün en önemli kurumu olan ICCAT’ın bu yıl ki zirvesi ise 12 Kasım tarihinde Antalya’da gerçekleştirilmiştir. ICCAT zirvesi sırasında sektörümüz ve ülkemiz başarılı bir ev sahipliği gerçekleştirmiş ama iki temel konu üzerinde rahatsızlığını da dile getirmiştir. Bu iki önemli konuyu şu şekilde özetlemek mümkündür.
Orkinos neslinin korunmasına ve aşırı avcılığın önlenmesine yönelik tedbirler ve buna bağlı olarak Avrupa Birliği ülkeleriyle, Akdeniz’e kıyısı olan diğer ülkelerin sahip olduğu toplam kotanın düşürülmesi.
Diğer üye ülkelerden azaltılmış bu kotanın Türkiye’nin hakkına ilave edilerek;
Türkiye’nin alacağı kota oranının artırılması. Tarihinde balıkçılık kültürü ile en ufak ilgisi dahi bulunmayan bir takım ülkeler, Türkiye’nin birkaç katı daha fazla kota alabilirken, bizim kendi evimizin önü olan kendi denizimiz Akdeniz’de gerçekleştirilen bu avcılık faaliyetinden ülkemize neredeyse lütuf olarak verilen mevcut az kotadan ciddi şekilde rahatsızız.
Rakamsal Örnek vermemiz gerekirse;
Avrupa Birliği kotası 16.779 ton iken Türkiye’nin kotası 918 ton seviyesindedir. Tunus’un 2.333 ton, Cezayir’in 1.511 ton ve Akdeniz ile hiçbir bağlantısı olmayan Japonya’nın 2.515 ton kotası var iken, ülkemize yapılan kesinlikle büyük bir haksızlıktır.
ICCAT kurallarına göre Türkiye’nin alması gereken kota, toplamın yaklaşık %12’ sidir. Bize verilen miktar ise ancak %3 civarındadır. Bu tarihsel hatanın düzeltilebilmesi için ICCAT sırasında ve elbette sonrasında girişimlerimiz oldu.
Türkiye bu doğal hakkını elde edene kadar mücadelemizi şüphesiz sürdüreceğiz. Bu alanda sektörümüz sektör içinden ve dışından gelecek desteklere ihtiyaç duymaktadır.
Özellikle Dış Ticaret Müsteşarlığımızın ve Dış Ticaretten sorumlu Bakanlığımızın desteği ve ilgisi bizim için çok önemlidir.
Cumhuriyetin 100. yılı ihracat hedefinde balıkçılığın payının hak ettiği noktada olabilmesi için bu sorunların aşılması mutlak bir zorunluluktur.
Tuncay Sagun
1500 Konut için Enerji Üretmeye Başladı.Üç adet Dalga Enerji Konvertörü içeren dünyanın ilk Dalga çiftliği Agucadoura, Portekiz sahilinde toplam 2,25 MW enerji üretme kapasite ile çalışmaya başladı.
Dalgalarla salınan turuncu metal tırtıllar deniz tabanına sabitlenerek üretilen enerjiyi deniz altı kabloları ile sahile taşımakta ve binbeşyüz kontun enerji ihtiyacını karşılamaktadırlar.
Dünya okyanus dalgalarından benzer teknolojilerle 2 TeraWat enerji elde edilmesinin mümkün olduğu hesaplanıyor ki bu, günümüzdeki enerji ihtiyacımızın iki katıdır. Bunun pratik olduğunu söylemek olası değildir, ancak küçük ölçekli benzer dalga çiftliklerinin önemli bir temiz enerji alternatifi olduğu ifade edilebilir.
TarihiEski Yunanistan'dan bir zeytinyağı şişesi Zeytin ağacına ilişkin mevcut en eski veri Ege Denizi'ndeki Santorini Adası'nda yapılan arkeolojik çalışmalarda ortaya çıkarılan 39.000 yıllık zeytin yaprağı fosilleridir. Kuzey Afrika'daki Sahra bölgesinde gerçekleştirilen arkeolojik araştırmalarda ise M.Ö. 12.000'e ait zeytin ağacı bulgularına rastlandı. İlk zeytin hasadının ne zaman ve hangi uygarlık tarafından yapıldığıysa bilinmemektedir. Tarih, zeytinyağı üretimine ilişkin en belirgin izlerin Akdeniz'in tam ortasındaki Girit Medeniyeti'ne, M.Ö. 4500 yıllarına dek uzandığını göstermektedir.
İnsanlık tarihinde önemli yeri olan bir "zeytin dalı" çizimiZeytinyağı kültürünün Akdeniz'deki diğer kavimlere yayılmasında en önemli rolü Giritliler oynamıştır; hem de yaklaşık 3000 yıl boyunca. Güçlü ticaret filolarına sahip olan Giritliler'in gerçekleştirdiği zeytinyağı ticaretinin günümüzdeki en canlı tanıkları, Knossos ve Faistos saraylarının yıkıntıları arasında bulunan 2 metrelik zeytinyağı küpleridir. "Pithoi" denilen bu dev küplerle beraber bulunan tabletlerde ise o günkü zeytinyağı ticaretinin nerelere yapıldığını ve zeytinyağının nerelerde üretildiğine dair bilgiler yer almaktadır. Aslında zeytinyağı kültüründe Anadolu, coğrafya olarak hep vardır; ama ön planda görünen Ege'nin karşı yakasıdır. Bunun sebebi, Homeros'un Batı Medeniyeti'ndeki tartışmasız ağırlığından ötürü zeytinyağı kültürünün merkezine sürekli olarak Antik Yunan'ın yerleştirilmesidir. Helen Medeniyeti'nin sadece Ege'nin karşı kıyısını değil Anadolu coğrafyasını da kapsadığı unutulur. Milet'in, Efes'in, Foça'nın, Klazomenai'nin (Urla), Erythrai'nin, Assos'un Anadolu'da olduğu ihmal edilir.
Üretimi
Zeytinyağı eldesi öncesi zeytinler
Zeytin ağacı (Olea europea) narin bir ağaçtır. Ağır ve zahmetli büyümesine karşın oldukça uzun ömürlüdür. Bir zeytin ağacının ortalama ömrü 300-400 yıldır, ancak 3 bin yaşında zeytin ağaçlarına da rastlanmıştır. Bu nedenle zeytin ağacının adı mitoloji ve botanikte "ölümsüz ağaç"tır. Derinlere uzayan kökleri sayesinde kalkerli, çakıllı, taşlı ve kurak topraklarda yetiştirilmeye elverişli olan zeytin ağacı için en verimli ortam yazları sıcak, kışları ise ılıman geçen iklimlerdir. Çünkü zeytin ağacı ışığı, güneşi ve 15° C üstündeki sıcaklığı sever. Yıllık ortalama 220 mm yağış zeytin ağacının verimli bir şekilde büyümesi için yeterlidir. Zeytin ağacı genellikle rakımı düşük coğrafyalarda yetişir. Ancak denizden 1000 metre yükseklikte de zeytin tarımı yapılabilmektedir. Çalı görünümündeki zeytin ağacının yapraklarının üst yüzü koyu, alt yüzü ise gümüş rengindedir. Yapraklar mükemmel bir düzen içinde dalın iki tarafından karşılıklı olarak çıkar. Ortalama 40 - 50 cm. genişliğindeki gövde çürümeye karşı çok dayanaklıdır. Ağaç yaşlanınca yamrulardan gelişen yeni uçlar gövdeyi tazeler. Ortalama boyu 4 - 10 m olan zeytin ağacı bir yıl bol, bir yıl az ürün verir. Çiçek verme mevsimi kuzey yarım kürede Nisan - Haziran ayları arasındadır. Yeşil zeytinler Ağustos ayı sonundan Kasım ayı başına kadar olan süre içinde olgunlaşır.
Zeytin hasatında toplama şekilleri binlerce yıldan bu yana neredeyse hiç değişmemiş, asırlar boyunca elle toplama ya da silkme yöntemi kullanılmıştır. Bir de, yere düşmüş zeytin meyvelerini toplama yöntemi vardır. Hasat, Kasım ile Mart ayları arasında yapılır. Ancak genel yöntem silkmedir. Elle toplamada, sağma veya taraklama yöntemi, yerden toplamada ise merdane veya fırça kullanılır. Günümüzde zeytin hasadında makineden de (sarsma ve yerdeki meyveleri emici ekipmanlarla toplama) yararlanılmaktadır. Uygulamada en fazla emek gerektiren yöntem, elle toplamadır. Saatte en fazla 9-10 kilogram zeytinin toplandığı bu yöntem, meyve sağlam ise en iyi kalitede zeytinyağı üretilmesini sağlar Zeytinyağı kültüründe, binlerce yıldan bu yana değişmeyen başka bir gelenek de zeytinden yağ çıkarma yöntemidir. Bunun nedeni zeytinyağının, zeytinlerin soğuk presten geçirilmesiyle elde edilmesi ve hiçbir kimyasal işleme gerek duymadan yenilebilmesidir. İşte bu yüzden, bugün hâlâ Ortadoğu'da rastlanan zeytin üretme yöntemiyle, yaklaşık 6 bin yıl önceki zeytinyağı elde etme yöntemi arasında hiç fark yoktur: Zeytinler ezilerek hamur haline getirilir. Daha sonra bu hamur sıkılır veya presten geçirilir. En sonunda ise yağ, zeytin meyvesinin suyundan (karasu) ayrıştırılır. 19. yüzyılın başında ise teknolojinin gelişmesiyle hidrolik pres makinelerine geçildi. Bugün hidrolik pres makinelerinin yanı sıra, zeytin hamuruna hiç pres uygulamadan merkezkaç kuvvetiyle zeytinyağı elde etmeyi sağlayan makineler de kullanılıyor. Bunların içinde de en yaygını "kontinü sistemi". Kontinü sisteme, tam otomatik sistem denir. Önce zeytinler türlerine göre ayrılır. Huni adlı çukura dökülen zeytinler makine sistemiyle yapraklardan temizlenir ve kırıcıda ezilip kırılır (makine, üçbin devirle çekirdeği unufak eder). Buradan çıkan hamur, karıştırma yoğurmadan sonra su verilir, posa ve şırası ayrıştırılır. Şıradan da yağ ve karasu ayrıştırılıp, yağ filtre tankına alınır, son tortuları ayıklanıp dinlenme tankına bırakılır. Buradan natürel yağ güğümlere, teneke ve şişelere doldurulur. Yağdan geriye kalan prina tekrar öğütülüp sabun yapmada kullanılır. Prina posasına pelet denir ve yakacak, yakıt olarak kullanılır. Kaliteli zeytinyağı elde etmek için: Zeytinlerin, hasattan sonra mümkün olan en kısa süre içinde işlenmesi gerekir. Çünkü zeytin bekletilirse fermante olur, bu ise zeytinyağının kalitesinin düşmesine yol açar. Ancak, zeytinin "bol" olduğu dönemlerde, bekletilme mecburiyeti de doğabilir. Bu durumda işlemeden bekletilen zeytinler, genellikle 20-30 santim yüksekliğindeki yığınlar şeklinde, iyi havalandırılmış ve serin depolarda saklanır. Natürel zeytinyağı kaliteli olması için şu işlemlerden geçirilir: Zeytin zamanında toplanır, fazla bekletilmeden yağhanede iyice temizlenir, en uygun kaplarda dinlendirilir, serin ve karanlıkta korunur. 4 çeşit kalite zeytinyağı vardır: Sızma (kusursuz), natürel (hafif kusurlu), natürel birinci (hafif kusurlu), lampant (kusurlu). Zeytinyağında renk, koku, tat değerlendirmesi yapan uzmanlar vardır. Uzmanlar yağın organoleptikini şu parametrelere göre belirler: taze, yakıcı, acı, meyvamsı, tatlı, kekremsi veya küflü, rutubetli, sirkemsi, ekşi, çamurlu, metalik, yanık, karasu, tuzlu, minder, kurtlu, salatalık.
Türleri
Tarım Bakanlığı'nın belirlediği ölçülere göre beş tür zeytinyağı vardır:
Naturel zeytinyağları: Zeytin ağacı meyvesinden doğal niteliklerinde değişikliğe neden olmayacak bir ısıl ortamda, sadece yıkama, sızdırma, santrifüj ve filtrasyon işlemleri gibi mekanik veya fiziksel işlemler uygulanarak elde edilen, berrak, yeşilden sarıya değişebilen renkte, kendine özgü tat ve kokuda olan doğal halinde gıda olarak tüketilebilen yağlardır.Natürel Zeytinyağı,tabiatın bize sunduğu en kaliteli besinlerden birisidir. Renginin tonu, üretim yerine göre değişir. Endülüs natürel zeytinyağlarının rengi sarıya bakarken, Akhisar ve Ayvalık'ta yeşil hakimdir. Natürel zeytinyağı düşük oranda doymuş yağ asidi, oleik asit, E A, D, K vitaminleri içermektedir. Cilt, saç, kemik sağlığında ve sindirimde yararlıdır. Kandaki kolestrolü azaltır, damar tıkanıklığı ve yüksek tansiyonu engeller. Mideyi ülsere karşı korur, hazmı kolaylaştırır. Safra taşını önler.
Organik zeytinyağı: Organik yada bir başka ifade ile ekolojik zeytinyağları, hiç bir kimyasal gübre, tarım ilacı kullanılmadan yetiştirilen üründür. Aynı zamanda zeytin bahçeleri fabrikalardan ve otoyollardan uzaktadır.
Naturel sızma zeytinyağı: Serbest yağ asitliği oleik asit cinsinden her 100 gramda 0,8 gramdan fazla olmayan yağlardır.
Naturel birinci zeytinyağı: Serbest yağ asitliği oleik asit cinsinden her l00 gramda 2.0 gramdan fazla olmayan yağlardır.
Naturel ikinci zeytinyağı: Serbest yağ asitliği oleik asit cinsinden her l00 gramda 3.3 gramdan fazla olmayan yağlardır.
Rafine zeytinyağı: Zeytin ham yağının doğal trigliserid yapısında değişikliğe yol açmayan metodlarla rafine edilmeleri sonucu elde edilen, sarının değişik tonlarında rengi olan, kendine özgü tat ve kokuda bir yağdır. Serbest yağ asitliği oleik asit cinsinden her l00 gramda 0.3 gramdan fazla olmamalıdır. Rafine yağ, ince, yemeklik yağdır. Temizleme işlemi damıtma, nötralizasyon, ağartma, deodorizasyon işlemleridir. Bunun natürelle harmanlanmasından yemeklik tipler (riviera ve A tipi)üretilir.
Riviera zeytinyağı: Rafine zeytinyağı ile gıda olarak doğrudan tüketilebilecek naturel zeytinyağları karışımından oluşan, yeşilden sarıya değişen renkte, kendine özgü tat ve kokuda bir yağdır. Serbest yağ asitliği oleik asit cinsinden her l00 gramda l.5 gramdan fazla olmamalıdır. Yemek ve kızartmada kullanılır.
Rafine prina yağı: Ham prina yağının doğal trigliserid yapısında değişikliğe yol açmayan metodlarla rafine edilmeleri sonucu elde edilen, rengi açık sarıdan kahverengi sarıya kadar değişebilen bir yağdır. Rafine prina yağı olduğu gibi veya naturel zeytinyağları ile karıştırılarak tüketime sunulabilir. Serbest yağ asitliği oleik asit cinsinden her l00 gramda 0.3 gramdan fazla olmamalıdır.
Karma prina yağı: Doğrudan gıda olarak tüketilebilecek naturel zeytinyağları ile yemeklik rafine prina yağı karışımından oluşan bir yağdır. Bu yağların duyusal özellikleri karışımda kullanılan yağların duyusal özellikleri arasında değişir.Serbest yağ asitliği oleik asit cinsinden her 100 gramda 1.5 gramdan fazla olmamalıdır.
Asit oranları
Çanakkale bölgesinde zeytinyağı üretimi yapan köylüler arasında asit yerine Dizem kullanılır. Örneğin 0,8 Asit olarak bilinen sızma zeytinyağı köylüler arasında 8 Dizem olarak geçer. Kısaca 1/10 Asit 1 Dizeme karşılık gelmektedir. Kaliteli natürel zeytinyağı üretiminde birçok ideal koşulun bir arada bulunması gerekir. Zeytinyağının tadını ve kalitesini, yöre ikliminden toprağın verimine, zeytinin toplanma şeklinden kullanılan gübreye ve mekanik ezme makinelerinin özelliklerine kadar her şey belirler. Riviera tipi zeytinyağında ise kalite, üretim tesisinin rafinasyon teknolojisi, natürel zeytinyağının yüzdesi ve niteliğiyle doğru orantılıdır. Üretilen zeytinyağının kalitesini belirlemek ise bambaşka bir uzmanlık alanıdır. Natürel zeytinyağında kalite dendiğinde, iki faktör önem taşır. Birincisi, kimyasal analizlerle ölçülebilen asit oranıdır. İkinci faktör ise lezzet ve kokuyu tespit etme ve ölçmedir. Tadım uzmanları tarafından gerçekleştirilen bu işleme "degüstasyon" adı verilir. Tadım uzmanlarının birikimine bağlı olarak gerçekleştirilen degüstasyon, zeytinyağına vurulan kalite damgasının en önemli aşamasıdır. Türkiye bulunduğu coğrafi konum ve sahip olduğu Akdeniz iklimi özellikleriyle İtalya, İspanya, Yunanistan ve Tunus gibi diğer Akdeniz ülkeleriyle birlikte dünyanın önde gelen zeytin ve zeytinyağı üreticilerindendir. Üretime gelince dane zeytin yoğunluklu olarak Akhisar, Aydın, İzmir, Balıkesir'de yapılıyor. Ortalama 100 Milyon olan zeytin ağacı sayısı da gün geçtikçe de artmakta. Devlet İstatistikleri Enstitüsü araştırmalarına göre, Türkiye'de üretilen zeytinlerin 68'i yağ üretimine ve 28'ide sofrada kullanılmak üzere yetiştiriliyor. Zeytinin ürününü 2 senede bir verdiği düşünülürse, verim alınan senede ortalama 150.000, az ürün verdiği senede elde edilen zeytinlerden ortalama 70,000 ton zeytinyağı üretilmektedir. Ortalama 850 zeytinyağı fabrikasıyla Türkiye dünyada zeytinyağı üretiminde 5. sırada yer alıyor. Dünyada 7.5 milyon alan üzerinde mevcut toplam 800 milyon adet zeytin ağacının yüzde 98'i Akdeniz havzasında bulunmaktadır. Dünya zeytinyağı üretiminin ise 95'i Akdeniz ülkelerinde yapılmaktadır.
Yapılışı
Zeytinyağı için zeytin sıkılır, hamuru çıkarılır, şırası elde edilir. Şırada su ve yağ karışıktır. Yağ, su ve tortudan ayrıştırılır. Sıkma için havan, dibek, ezme havuzu, tokmak, ayakla ezme, merdane, patos, delip, yuvgu, değirmentaşı, torku, falaka, pres, kontinü adlarıyla sistemler geliştirilmiştir. Bazı yörelerde elle sıkmadan suyağı, suzeyti; ayakla sıkmadan ayakyağı denilen saf zeytinyağı hala üretilmektedir. Çuvalda sıkılmayı beklerken kendiliğinden akan yağa burunyağı, gözyağı denir. Bez çuvala kese, kazana dağar, kazan karıştırmaya yarayan kabak kepçeye çomça, şaraphaneye sıkanak, teknelere innaz denir. Basit sıkmada siyah zeytinde 20 kilodan 4 kilo saf yağ çıkar. Basit usulde, Ekim-Aralık ayında zeytin toplanır, dal ve yapraklardan çamur ve topraktan temizlenir, çuvala konur, hortumla yıkanıp temizlenir. Çuvaldaki zeytin bir zemin üzerinde ağaç tokmakla kırılır, iki gün bekletilir, sonra ayakla ezilir, bir defa kuru sonra suyla ezilir ve yalaka şırası çıkartılır. Üste çıkan yağ kepçeyle alınır kazana konur, dinlendirilir. Tortusu dibe çöker, bundan sabun yapılır, üstteki temiz yağ kaplara doldurulur. Dağ köylerinde karayağhanelerde mengene (cırcır) ile sıkılır. Yağhaneye tasirhane, masara da denir. Zeytin sineğinden hastılıklı olan zeytinden çıkarılan yağa kıymalı yağ denir. Lodos ve poyrazda yapılan sıkma, yağ asidini yükseltir.
Saklanması
Zeytinyağı ışık, sıcak, hava, zaman faktörlerinden etkilenir. Alırken ve saklarken, kapalı ve ışıksız yerde korunmalıdır. Serin bir yerde durmalıdır. Buzdolabına konulmaz. Cam ve koyu renkli olan şişeler tercih edilmelidir. Hava almamalıdır. Zeytinyağı bekledikçe bozulur. Sızma tipi salatalar ve cacıkta, natürel tip kızartmalar ve yemeklerde kullanılır. Kızartmalarda birkaç kere aynı yağ kullanılabilir.
Kullanımı
Zeytinyağı, %75 oranında oleik asit gliseritleri taşır. A, E vitaminleri ve az miktarda fitoserol maddesi bünyesinde bulunur. Zeytinyağı, sabahları aç karnına 1-2 çorba kaşığı alındığında yumuşatıcı ve yatıştırıcı olarak etki yapar. Özellikle bağırsak hareketlerini düzenleyici ve safra söktürücü etkisi vardır. Safra kesesi tıkanıklığında ya da taş varlığında halk arasında sabahları aç karnına 50-100 gr. alınır ve tedaviye 1 hafta devam edilir.
Haldun Keskin
Sarı Gelin türküsü, Kuzeydoğu Anadolu coğrafyasında ortaya çıkmıştır. Türklerin büyük bir kolunu teşkil eden Kıpçakların diğer adı da Kuman'dır. Diğer kavimler, Kıpçakları "sarışın" anlamına gelen "Kuman" adıyla veya bu anlama gelen başka kelimelerle anmışlardır.
Sarı Gelin, eski çağlardan beri Çoruh ve Kür ırmakları boyunda yaşayan Hristiyan Kıpçak beyinin kızıdır. Bölgeye gelen Arap din adamlarından birinin âşık olduğu bu sarışın güzel etrafında gelişen efsaneler, Kars ve Erzurum yörelerinde yaşamaktadır.
Türk kültüründen etkilenen Ermeniler arasında birçok şifahî halk edebiyatı ürünümüzün yaşıyor olması, Sarı Gelin türküsünün, bir Ermeni türküsü olduğu iddiasının ortaya çıkmasına sebep olmuştur.Bu yazıda, Çoruh ve Kür ırmakları boyunda yaşayan Kıpçak Türklerinden bahisle, onların izlerini taşıyan bir efsanenin varyantları üzerinde durulmuştur. Sarı Gelin'in bu efsaneyle birlikte, birkaç varyantını tespit edebildiğimiz bir türküye konu olması ve hatta bölgede bu adla anılan bir halk oyununun bulunması, tesadüf olamaz.
Kıpçakların bir adı da Kuman'dır. Bunlara Ruslar Polovets, Ermeniler Xartes, Almanlar Falben derlerdi ki, bu kelimelerin hepsi sarışın anlamına gelmektedir (Rasonyı-1971: 136). Kumanlarla temasa gelen üç kavim, Ruslar, Almanlar ve Ermeniler, Kumanları sadece "sarışınlar" diye isimlendirmişlerdir (Kurat-1992: 70).
Kıpçakların, güzel, sarışın, mavi gözlü, yakışıklı oldukları, birçok kaynakta belirtilmektedir (Kurat-1992: 70-72). Büyük şair Genceli Nizamî, İskendername adlı eserinde, Kıpçak güzelliğini dile getirmiştir. Ayrıca şairin karısı Afak/Apak da Derbentli bir Kıpçak kızıydı. Apak'ın güzelliği, şairi derinden etkilemişti. Nizamî, eserlerindeki kahramanlarda onu canlandırmıştır (Resulzade-1951: 48-49).
Kumanlar, XII. yüzyılda Gürcistan'da faaldiler. Gürcistan'ın parlak çağının başbuğu Kubasar, bir Kıpçaklıdır. Devletin, asker, maliye ve devlet işlerinde Kıpçaklar söz sahibiydiler. Kraliçe Tamara'nın damarlarında da (annesinden dolayı) Kıpçak kanı vardır (Rasonyı-1971: 145).
Selçuklu Türkleri tarafından sıkıştırılan Gürcistan, onlara karşı savunmasız ve çaresiz kalmıştı. Gürcistan Kralı, Kuzey Kafkasya ve Kıpçak Eli'nde yaşayan göçebe ve savaşçı Kıpçakları ülkesine davet etti. Bunlar arasından çıkarılan 45.000 kişilik güçlü bir orduyla Selçuklulara karşı saldırılara başladı. Gürcüler, Kıpçak ordusu sayesinde Tiflis şehrini yeniden ele geçirdiler (Berdzenişvili-Canaşia-2000: 142-143).
Sarışın, insan güzeli ve Türk ırkının en yakışıklı soyundan olan Kıpçaklar, Selçuklular tarafından ezilen Gürcistan hakimi Bagratlı hanedanını, büyük bir kudretle canlandırdılar. 1080 yılından itibaren Selçuklu ülkesi durumuna gelen Ahıska, Ardahan ve Göle dolayları, 1124'te Kıpçakların eline geçti. Gürcülerle aynı dini, Ortodoks Hristiyanlığı paylaşan Kıpçaklar, kendi hesaplarına fethettikleri Kür ve Çoruh boylarına (Ahıska, Ardahan, Artvin ve Ardanuç dolaylarına) yerleştiler (Kırzıoğlu-1953: 377). Bugün Kür ve Çoruh ırmakları boyu ile Çıldır Gölü çevresinde yaşayan halk, Kıpçakların torunlarıdır (Kurat-1992: 84).
Gürcistan'a bağlı bir beylik iken bölgeye gelen İlhanlıların da yardımıyla 1267 yılında Tiflis'ten kopan Kıpçak Atabekliği Hükûmeti, III. Murat zamanında, 1578 yılında Serdar Lala Mustafa Paşa ve Özdemiroğlu Osman Paşanın fethiyle Osmanlı Devleti'ne katıldı (Zeyrek-2001). Bugün Ahıska, Ardahan, Artvin ve Erzurum'un kuzey ilçelerindeki kilise kalıntıları, Osmanlı zamanında Müslüman olan bu Ortodoks Kıpçakların hatıralarıdır.
Azerbaycan'da Kür ırmağı boylarında yaşayan bir efsane, edebî eserlere de konu olmuştur. Azerbaycanlı şair Hüseyin Cavid, Şeyh San'an adlı manzum piyesinde, konusunu halk arasındaki yaygın efsanelerden almıştır. Arabistan'dan bu bölgeye gelerek İslâm dinini yaymağa çalışan din adamlarıyla ilgili bir efsanede, Şeyh San'an'ın Tiflis-Gürcü Padişahının güzel kızı Humar Hanıma karşı duyduğu aşk macerası anlatılır. Bu kız uğruna Hristiyan hayatı yaşayan Şeyh, yedi yıl sonra kızı Müslüman eder. Birlikte kaçmağa karar verirler. Bunları takip eden kralın askerleri yetişince, âşıkların dileğiyle yer yarılır, âşıkları içine alır. Âşıkların girdiği yerden kaynar sular çıkar. Kızına ve yaptıklarına üzülen kral, bu suyun üzerine bir kilise yaptırarak hatıra bırakır (Kırzıoğlu-1953: 379-380).
Ortodoks Kıpçaklardan kalan hatıralardan biri de Kars ve Erzurum çevresinde anlatılan "Şeyh San'an ile Kralın Sarı Kızı" efsanesidir. Bu efsaneyle birlikte bir de türkü, günümüze kadar gelmiştir. Türküye geçmeden önce, Ortodoks Kıpçak Türklerini Müslüman etmek için çalışan İslâm misyonerlerinin macerasını ve sarışın Kıpçak kızlarının hatıralarını yaşatan bir efsanenin iki varyantını özetleyelim:
Abdulkadir Geylanî'nin arkadaşı olan Şeyh San'an, bir bedduaya uğrayıp yolu Penek'e düşmüş. Şeyh San'an, çobanlık yapıyor, Penek padişahının domuzlarını güdüyormuş. Şeyhin nefsine ağır gelen domuz çobanlığı aynı zamanda eziyetli bir işti.
Şeyh, bu şekilde çile doldurmakta iken, Penek padişahının biricik evlâdı olan güzeller güzeli Sarı Kız'a da âşık olmuş. Hristiyan kız, şeyhin aşkından habersizmiş. Bu duruma üzülen şeyh, Allah'a yalvararak kızın gönlüne kendi aşkının düşmesini dilemiş. Dileği kabul olmuş. Kız da şeyhe ilgi duymaya başlamış, hatta Müslüman olmuş. Yedi yıllık çilesi dolan şeyh, bir gün Allahuekber dağlarından tef sesi geldiğini duydu. Bu ses, çilesinin bittiğine işaretti. Meğer tefi çalan, Geylanî'nin gönderdiği kırk mücahit müritmiş.
Şeyh, tef sesinin geldiği dağa doğru koşmuş. Onu gören Sarı Kız da arkasından koşup yetişmiş. Bunu gören saray halkı, durumu padişaha bildirmiş. Ordu, kaçak âşıkların ardına düşmüş. Şeyhle kız, Allahuekber dağındaki kırk müride yaklaşmış. Bu durum, Mısır'da Abdulkadir Geylanî'ye mâlum olmuş. Oradan attığı teber, şeyhe ulaşmış. Şeyh, bu teberle kâfir ordusuyla vuruşmaya başlamış. Penek güzeliyle kırk mürid de cenge girmişler. Kırk mürit şehit düşmüş. Şimdi onların yattığı yere Kırklar, Kırk Şehitler Mezarlığı deniyor. Dağın tepesine yetişen Şeyhle sevgilisi de tam tepede şehit düşmüşler. Bunların yattığı yer şimdi ziyaretgâhtır. Buraya ağzı eğri gidenin düz geldiği, dileklerin kabul olduğu inancı yaygındır (Kırzıoğlu-1949).
Bu efsanede geçen olayların yaşandığı yer, Gürcü tarih kaynaklarında Bana olarak geçen Penek'tir. Penek, eskiden kalesi olan bir taht şehriydi. Dede Korkut Oğuznamelerinde, "Ban Hisarı" denilen yer de burasıdır (Kırzıoğlu-2000:76) Osmanlı zamanında, merkezi Ahıska olan Çıldır Eyaletine bağlı bir sancak olmuştu. Burası günümüzde, Erzurum'un Şenkaya ilçesine bağlı bir köydür.
Ortalama bir Solar Hücreden 400 Kat Fazla Enerji üretiyor.
Günümüzde alternatif enerji bir çok şekilde karşımıza çıkıyor, ancak hiçbiri Cool Earth' ün Solar Balonu kadar ilginç olmasa gerek...
Anılan bu tasarımın arkasında şişirilen plastik balon vasıtasıyla güneş ışınlarını konsantre hale getirme fikri yatıyor. Balonun ortasında bulunan fotovoltaik hücre üzerine güneş ışınları odaklanıyor.
Cool Earth bu yeni tasarıma sahip teknolojiye sahip enerji santralini Livermore, CA kurmaya başladı. Mütevazı ölçülerdeki santral 1,4 MWatt enerji üretme kapasitesinde olacak. Ancak santral tahmin edilen verimlilikte çalıştırılabilirse bir sonraki yaz mevsiminde daha büyük ölçülere büyütülecek.
Diğer taraftan yeni tasarımın en önemli özelliği ise kalın plastikten üretilen çok ucuz bir balonu kullanması olarak görünmektedir. Firmanın CEO su Rob Lampkin balonun sadece 2 usd olduğunu belirtiyor.
Tatarlar, 456 yıldan beri kişilik aleminin en gaddarı olan – Rus sömürgeciliğinin boyunduruğu altında yaşamaktadır. Bu zaman içerisinde çarlar, imparatorlar, birinci sekreterler, cumhurbaşkanları şahsında birçok Rusya hükümdarı değişmiştir. Aynı zamanda toplum düzeni de değişmiştir: feodalizm, kapitalizm, sosyalizm ve değerleri. Değişmeyen tek şey: zorla Hıristiyanlaştırma, Ruslaştırma, acımasızca sömürme, devamlı ve kasıtlı soykırım yoluyla Tatarları ulusça yok etme siyasetidir. I.Petro sayımına göre, XVIII.yüzyıl başında Ruslar ve Tatarların sayısı yaklaşık 5,5 milyon ise, XX. yüzyıl sonunda Ruslar 120 milyon olmuş, Tatarların sayısı 5,5 milyonda kalmıştır.
Çaresiz hale gelen Tatarlar 90′lı yılların sonunda, Rus sömürgeciliğine karşı mücadeleye başlamış, devlet egemenliği hakkında beyanat kabul etmiş, yabancı gözlemcilerin katılımıyla referanduma gitmiş ve onun sonucunda Tataristan halkının % 61,4′ü cumhuriyetin devlet egemenliği lehinde oy kullanmışlardır. Bir de Tataristan, Rusya Federasyonunun şimdiki anayasasını onaylatmak için yapılan referanduma katılmayı reddetmiş ve federatif sözleşmeyi imzalamamış, böylece onun kanunsuz olduğunu bildirmiştir. Tataristan'ın Rusya Federasyonu'na dahil olduğuna özgü herhangi bir sözleşme bulunmamaktadır. Rusya Federasyonu'nun ilk başkanı B.Yeltsin buna razı olup, "Bağımsızlık istediğiniz kadar olsun, ne kadar hazmedebilseniz, o kadar olsun"- demiştir. Fakat bu razılık davranışları, Rus sömürgecilerinin her zamanki gibi yalan ve zaman kazanmaya yönelik sıradaki bir tuzağı idi. Rusya Federasyonu 14 sömürgesinin egemenliği altından çıkıp gitmesine çaresiz rıza olmak zorunda kalsa da, Tataristan'ın bağımsızlığını tanımayı kesinlikle reddetmiş ve halkın basit haklarını bile yok etmek için daha da kesin tedbirler almıştır; şöyle ki, yerli yasama organı temsilcilerini ve cumhurbaşkanını halkın seçmesini kaldırıp, Kremlin tarafından atanan genel vali ve yönetim kurulu ile değiştirmiştir. Üstelik Kremlin, Tatarların kendi alfabesini yasaklayıp, Tatar diline uygun olmayan Kiril alfabesini zorla kabul ettirmekle yetinmeyip, Tatar çocuklarının kendi dilinde eğitim görmesini bile yasaklamıştır. Müslüman Tatarlar, sömürgeci yönetim tarafından atanmış mollalar gözetimi altında ibadet etmeyi reddettikleri için ve evlerinde dini kitap bulundurmanın tek bir delili için merhametsizce takip edilmekte, işkence görmekte ve senelerce hapsedilmektedirler. Tataristan'ın doğal kaynakları amansızca yağmalanmaktadır. Petrol satışından gelen gelirin %85′ini Kremlin karşılıksız olarak almakta, böylece Tatarları zaruri geçim parasından yoksun bırakmaktadır. Tüm bunlar, Rusya Federasyonu'nun Gürcistan'daki Abhazya ve Güney Osetya Cumhuriyetlerinin bağımsızlığını arsız ve ikiyüzlü halde tanıması ortamında gerçekleşmektedir. Müsaadenizle soruyoruz, Rus sömürgesi olan Tatar ulusunun hakları, yukarıda bahsedilen ulusların haklarından farkı nedir? Hiçbir farkı yoktur. Gerçek şu ki, Rusya bu ulusları yeniden boyunduruğu altına alıp, kendi uyruğuna geçirmiştir. Durum böyleyken, Rus sömürgecilerinin rızasına güvenerek, Tatarların bağımsızlıklarını elde etme umutları, artık boş bir hayaldir.
Tatar ulusunun iradesine dayanarak ve onu tamamen yok olmaktan kurtarmak adına, Tatar Ulusunun Milli Meclisi:
1. 30 Ağustos 1990 tarihli Tataristan'ın devlet egemenliği beyanatını destekliyor ve onun Rusya Federasyonu terkibine zorla dahil edilmesinin kanunsuz olduğunu bildiriyor.
2. Tataristan'ın bağımsızlığının tanınması için dünyaya ve Birleşmiş Milletler'e müracaat ediyor.
3. Tatar ulusunun menfaatlerini savunmak için sürgündeki hükümetin terkibini onaylıyor.
4. Yurt dışında yaşayan tüm Tatarları, kendi ülkelerinin hükümetleri ve toplulukları önünde Tataristan'ın bağımsızlığını desteklemeleri için yaygın faaliyetler düzenlemeye davet ediyor.
Tatar Milli Meclisi'nin genişletilmiş toplantısında kabul edilmiştir, 20 Aralık 2008
Rusçadan Türkiye Türkçesine çeviren Sürgündeki Milli Hükümet üyesi
Roza KURBAN
Elveda Demedik!
Rumeli'de mutfağın hayatın en önemli parçası olduğuna dair o kadar çok izlenimimiz var ki! Son aylarda Osmanlı'nın Balkanlar'dan çekilişi, 'imparatorluğun en uzun 100 yılı' çeşitli ortamlarda tartışılıyor. TV dizisi de cabası...
Osmanlı'nın Rumeli beylikleri üzerindeki hakimiyeti 1393'te başlamış ve Romanya devletinin ortaya çıkmasına kadar (1878) devam etmiş. Balkan Savaşı'nın kaybedilmesi de işin sonunu getirmiş. Makedonya, Kosova, Arnavutluk, Bosna Hersek, Sırbistan, Karadağ halk oyunları ve mutfaklarında 500 yılı aşkın bir süre devam eden Osmanlı hakimiyetinin izlerine rastlamak her zaman olası. Balkanlar'daki tüm ülkelerde bugün birbirine benzeyen iki temel öğe var, geleneksel giysiler ve hoş lezzetler...
Balkan kızları, beyaz fistanların ya da poturların üzerine rengarenk nakışlarla bezeli yelek, cepken, zıbın (ya da curdija: kolsuz elbise) giyer, beyaz başörtülerin kenarları yine rengarenk iğne oyalıdır. Başlıklarda ponponlar, meyveler, çiçekler hemen göze çarpar. Aynı şekilde Boşnak börekleri, Elbasan tavaları, Piriştina kebapları, Üsküp köfteleri bugün Anadolu'da yaşadığı gibi Rumeli'de de kendini göstermektedir. Bu iddiamızı kanıtlamak kolay: İmkanı olan önce Sultanahmet'teki köfteciye gitsin (Kredi kartı geçmeyenine) daha sonra da Üsküp'teki Yahya Kemal Mahallesi'ndeki köftecilere... Arada hiç fark olmadığını hemen anlayabilirsiniz.
Ege Üniversitesi Türk Halk Oyunları Bölümü'nün 'Balkan Ülkeleri Halk Oyunları, Halk Müziği, Geleneksel Giyim-Kuşam Araştırması ve Müze Oluşturulması' projesi kapsamında bu kültürün oralarda kalan izleri ile Anadolu'ya yansıyan yönleri araştırılıyor yıllardır. Sonuçları takip ediyoruz. Biz de Balkan ülkelerine yaptığımız seyahatlerde Rumeli'de kalan tatlarla, Anadolu'da yaşayan örneklerini araştırıyoruz. Bölgenin sosyal, ekonomik, kültürel ve etnik yapısı elbette mutfağa önemli ölçüde yansıyor...
Yemek Dili Ortak
'Yalancı' yaprak sarması için Yunanlı dostlarımızla tartışıp duruyoruz, 'buyurdi' adlı en ünlü meyhane mezesinin kökenini tartıştığımız gibi. Yunanistan'da en sevilen mezenin adının da 'bekrimeze' olduğunu anımsatalım. Peki, günümüzün çağdaş Romencesi'nde zeytinyağlı yaprak dolmasına ne deniyor biliyor musunuz: Sarmala... Sırpça'da işkembe çorbasına 'şikembe' denir, Selanik'teki Arnavut kökenli çorbacıların en lezzetli çorbası, içine birazcık da tahin konulan 'tuzlama'dır. Yine kuzu etinin patates ve domatesle fırına verilmiş şekline 'kapama', şiş kebabına 'cekapçiçe' denir. Ama Arnavutluk'ta bizim Adana kebabı şeklindeki şişe geçirilmiş bol baharatlı koyun etinden köfteye de aynı isim 'çekaçiçe' verilmektedir...
1956 yılında Rumen mutfağı ve yemekleri konusunda bir kitap yazan Sanda Marin'in 'Carte de Bucate' (Yemek Kitabı) isimli eserinde çok sayıda Türkçe yemek ismine de rastlanır. Bunların tarifleri de Türk yemeklerinin tariflerine yakındır. Bazıları şöyle: Ciorba (çorbalar), sermale (yani sarmalar), ciulama (çullama), imamabaildi (imam bayıldı), iahnie (yahni), iofça (yufka), musaka (musakka), pilaf (pilav), baclava (baklava), helva turceasca (Türk helvası)... Ama bu helva Antep fıstığı ile yapılıyor.
Lokum Hikayesi
Bizde artık ne yazık ki sadece turistik öğe haline gelmekte olan lokumlar da Rumeli'de yaşıyor. İpsala ya da Kapıkule sınır kapısını geçer geçmez Yunanistan ve Bulgaristan'daki ilk tatlıcıya girin ve tezgahtaki lokumların adını sorun size 'rahat lokum' adını verecektir. İskeçe'deki ünlü lokumcunun adı da 'Rahat Saraylı'dır. Bu sözcüğün aslı 'rahatü'l hulkum', yani 'boğaz rahatı'dır; eski İstanbul'da biraz bozulmuşu olan 'latilokum' denirmiş.
Biz Türkiye'deki göçmen dostlarımızın evlerinde yapılmış Boşnak böreklerini hemen her sebzeyle yapılmış olarak yemeye bayılıyoruz. Boşnak böreği bugün bütün Batı Trakya, Makedonya ve Kosova'ya hakim ama bütün bu ülkeleri dolaşmama karşın lokantalarda, börekçilerde Bursa'da, Antalya'da yediğim böreklerin tadını bulamadım inanın. Belki de evlerde yaşıyor lahanalı, pırasalı börekler...
Sütlaç, tulumba, 'gülnar' adı verilen özel bir lokma ve Balkan göçmenlerinin çocuklarını severken bile takıldıkları 'Kaymaçina' da Rumeli'nden gelen ve yaşayan tatlılar.
Bugün Üsküp'ten bir espriyi de aktaralım: Kaynana çaydanlık; devamlı kaynar, kayınbaba demlik hep susar, demlenir! Görümce çay kaşığı her tarafı karıştırır. Damat çay tabağı nereye çekersen oraya gider... Gelin çaydır elleme yanarsın! Elbasan tavası
Malzeme
Yarım kg kuzu eti, 3 adet soğan, 3 diş sarımsak, zeytinyağı, tuz, karabiber, kekik, kırmızıbiber.
Sosu için: Yarım kg yoğurt, 1 yumurta, 1 su bardağı un, 1 su bardağı et suyu, tuz
Hazırlanışı
Öncelikle kuzu etini iyice haşlayın. Haşlama suyundan 1 bardak ayrın. Etleri elinizle, çok ufak olmayacak şekilde parçalayın. Bir tavada küp küp doğranmış soğan ve sarımsakları sıvı yağda soteleyin. Etleri de katıp 1-2 dakika soteleyin. Ardından tuz, karabiberi kekik ve kırmızıbiber koyup ateşten alın. Derin bir kapta yoğurt, yumurta ve unu karıştırın. Bu karışımın koyu kıvamlı ayran gibi olması gerektiğinden 1 su bardağı et suyundan ekleyip tuzunu atın. Çırpma teliyle iyice karıştırın. Isıya dayanıklı cam fırın kabının dibini sıvı yağ ile yağlayın. En alta etleri iyice bastırarak yerleştirin. Üzerine de her yerini kaplayacak şekilde yoğurtlu karışımı dökün. Isıtılmış 160 derecelik fırında üzeri nar gibi kızarana kadar pişirin. Fırından çıkınca 10 dakika bekleyip dilimleyerek servis yapın.
Nedim Atilla
Yeni fotovoltaik teknolojisinde ticari üretime doğruEsnek baskılı plastikten yapılan fotovoltaik konusunda önemli bir kilometre taşı
Konarka firmasının fabrikası ile hayata geçirildi. Büyük bir nükleer enerji santraline eşit yıllık 1 gigawat elektrik enerjisine k
arşılık gelen Solar hücre üretme kapasitesine sahip bir tesis 2008 yılında üretime başladı.Organik Solar Hücre, günümüzde çoğunlukla kullanılan kristalik silikon hücreden çok daha ucuza üretilebilmektedir. Ayrıca ink-jet printer ya da kaplama ekipmanlarına benzer teknolojiyle üretilen fotografik film yatırım ve işletme maliyetleri bakımından da klasik Solar Hücre üretiminden avantajlı durumdadır.
Organik Fotovoltaik OPV denilen malzemenin 3. jenerasyon teknoloji olarak görülmektedir. 1. jenerasyon teknoloji 50 yıl önce New Jersey Bell Labs da silikondan üretilmişti. 2. jenerasyon ince film teknolojisi ise maliyetleri azaltmıştı. Şimdi 3. jenerasyon teknoloji bir yandan maliyetleri aşağı çekerken diğer yandan sistemin etkisini arttırmaktadır;
Time dergisi tarafından 2008 yılının en önemli icadı seçilen
DNA testi evde uygulanabilecek kadar kolay bir uygulama. Test bugünlerde satışa sunuldu.
23andMe isimli DNA testi
399 dolara satılıyor. Evinizde rahatça uygulayabileceğiniz testte, salya örneğinin analiziyle sonuç belirleniyor.
Testin faydası sadece genlerinizi öğrenebilmenize imkan tanıyor olması değil. İsterseniz kendinize bir soyağacı oluşturabiliyorsunuz ve en önemlisi Alzheimer, kel kalma, kör olma gibi birçok önemli hastalığa yakalanma riskini önleyebiliyorsunuz.
Belki biliniyor bir süreden beri National Geografic dergisi yaklaşık 150 Euro karşılığında DNA testinizi yapabiliyordu. Ancak salya numunenizi göndermeniz gerekiyordu.
Gün Gün Demokrat Parti TarihiBiraz sol bakış açısından hazırlanmasına rağmen arşive uygun olması bakımından önemlidir kanımca...
22 Temmuz 2007 seçimlerine iktidar partisi AKP, liderini 1950-60 döneminin başbakanı Adnan Menderes ile özdeşleştirerek girmeyi önemli bir seçim kozu olarak belirlemişti. Bu tercihin temelinde, bizlerin belleği silinerek yeniden formatlanmış, yoğun propaganda altında doğruları ve değer ölçüleri çarpıtılmış bir kitle olmamıza duyulan güven yatmaktadır. Ekli kronolojik Demokrat Parti tarihi o dönemi hiç yaşamamış, yaşayıp da unutmuş olanlar için hazırlanmıştır.
* 7 Ocak 1946 : Demokrat Parti; Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan tarafından kuruldu.
* 21 Temmuz 1946 : Yapılan ilk çok partili seçimde CHP 396, ancak 16 ilde seçime girebilen DP 62, bağımsızlar ise 7 milletvekili çıkardı.
* 18 Temmuz 1948 : Demokrat Parti’den ayrılan, Kurtuluş Savaşı komutanlarından Mareşal Fevzi Çakmak ve Osman Bölükbaşı Millet Partisi'ni kurdu.
* 14 Mayıs 1950 : Genel seçimlerde halk, CHP’nin 27 yıllık tek parti iktidarına son verdi. Seçimlerin sonucunda; Demokrat Parti %53.3 oy oranı ile TBMM’ye 408 milletvekili soktu. CHP %39.9 oranında oy almasına rağmen 69, MP ise 1 milletvekili ile temsil edildi.
* 22 Mayıs 1950 : Celal Bayar Türkiye Cumhuriyeti’nin üçüncü cumhurbaşkanı oldu. Adnan Menderes başkanlığındaki ilk Demokrat Parti hükümeti kuruldu. Refik Koraltan da Meclis Başkanı olarak göreve başladı.
* 29 Mayıs 1950 : Başbakan Menderes “sadece millete malolmuş inkilâpları saklı tutacağız” dedi. (İrticaya ilk yeşil ışık yakılmış oldu).
* 6 Haziran 1950 : DP hükümeti; Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve diğer bazı generalleri görevlerinden aldı.
* 16 Haziran 1950 : Demokrat Parti hükümetinin ikinci önemli icraatı, Arapça ezan okunma yasağını kaldırması oldu. (Türkçe ezan yasaklanmamıştır, yalnızca ezanın Arapça da okunabileceği belirtilmiştir. Ne var ki, bu karar 1932’den beri Türkçe okunan ezanın sonu olmuştur).
* 5 Temmuz 1950 : Radyodan dini program yayın yasağı kaldırıldı
* 7 Temmuz 1950 : Dünya Bankası Türkiye'ye 16 milyon 400 bin dolar kredi açtı. * Temmuz 1950 : Kuzey-Güney Kore Savaşı’nda Birleşmiş Milletler bütün ulusları, komünist Kuzey Kore’ye karşı ABD’nin geniş katılımıyla oluşturulacak askeri güce katılmaya çağırdı.
* 28 Temmuz 1950 : Türk Barışseverler Cemiyeti'nin Türkiye'nin Kore'ye asker göndermesini protesto amacıyla bildiri dağıtmasına izin verilmedi, Cemiyet başkanı Behice Boran ve genel sekreter Adnan Cemgil tutuklandı.
* 1 Ağustos 1950 : Türkiye Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı'na (NATO) başvurdu. * 16 Eylül 1950 : Türkiye'nin, NATO’ya girme başvurusu reddedildi.
* 28 Ağustos 1950 : Bir yazarın okul tarih kitaplarından İnönü'nün adını çıkartması tartışmalara yol açtı.
* 3 Eylül 1950 : Belediye seçimlerinde 600'ü aşkın CHP’li belediyeden 560'ı Demokrat Parti’nin eline geçti.
* 25 Eylül 1950 : General Tahsin Yazıcı komutasındaki 4500 kişilik bir tabur, tüm masraflar bize ait olmak üzere ve TBMM kararı olmaksızın Kore Savaşı’na gönderildi. (Bu, başta ABD olmak üzere Batı’nın gözünde makbul olabilmek için onlar tarafından en geçerli ihraç malımız kabul edilen Mehmetçik’in uluslararası düzeyde ilk pazarlanışıdır).
* 3 Aralık 1950: Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında 23 Eylül 1931 gün ve 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama kaldırıldı ve böylece kuran kurslarına yeşil ışık yakıldı.
* 12 Aralık 1950 : Hükümet, CHP Genel Merkez Binası’na el koyarak Hazine’ye maletti.
* 20 Şubat 1951 : Rus yazarların kitaplarının okul kütüphanelerinden çıkarılmasına karar verildi. * 24 Şubat 1951 : Kırşehir'de Atatürk büstü saldırıya uğradı.
* 12 Mart 1951 : Demokrat Parti Konya İl Kongresi'nde fes, çarşaf ve Arap harflerinin serbest bırakılması istendi.
* 13 Mart 1951 : Demokrat Parti İzmir Belediye Başkanı Rauf Onursal, CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'nün Halife Abdülmecit gibi sınır dışı edilmesini istedi.
* 25 Mart 1951 : Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, solcu öğretmenlerin tasfiyesinin sürdüğünü açıkladı. * 3 Mayıs 1951 : Demokrat Parti Meclis Grubu'nda din eğitiminin genişletilmesi istendi.
* 4 Mayıs 1951 : Menderes Meclis'te yaptığı konuşmada "Halkevleri, Halkodaları faşist anlayış ve düşüncelerin ürünüdür. Bunlar sosyal yapımız içindeki tümüyle gereksiz, boş, geri ve yabancı unsurlardır" dedi. ( Halkevlerinin topluma katkılarının özeti EK-2’dedir).
* 28 Mayıs 1951 : Menderes Hükümeti, işçi sendikalarının faşist ve komünist sistemlerin bir öğesi olarak kurulduklarını ileri sürdü. Yeni bir sendika yasası hazırlama kararı aldı.
* 22 Haziran 1950 : İstanbul İnönü Stadı'nın adı Mithatpaşa Stadı olarak değiştirildi.
* 1 Temmuz 1951 : Atatürk'ün heykel ve büstlerine karşı ülke düzeyinde yaygınlaşmış olan saldırıları kınamak için, yurdun çeşitli yerlerinde protesto mitingleri yapıldı.
* 25 Temmuz 1951 : Atatürk Kanunu 25 Temmuz 1951'de Meclis'te kabul edildi. Amaç, Atatürk devrimlerini korumak, Atatürk heykel ve anıtlarına saldırıların önüne geçmekti.
* 1 Ağustos 1951 : Yabancı Sermaye Yatırımlarını Teşvik Kanunu çıktı.
* 8 Ağustos 1951 : Hükümet, Halkevleri’ne el koydu.
* 19 Eylül 1951 : Kuzey Atlantik Paktı Konseyi, Türkiye ve Yunanistan'a NATO'ya katılma çağrısı yaptı.
* 20 Eylül 1951 : Türkiye’nin NATO’ya katılması kabul edildi.
* 9 Ekim 1951 : Devlet iç borçları 2 milyar 565 milyon liraya yükseldi.
* 26 Ekim 1951: İllegal Türkiye Komünist Parti’sine yönelik büyük çapta tutuklamalar yapıldı. Tutuklananlar arasında Zeki Baştımar, Mihri Belli, Sevim Tarı gibi tanınmış isimler vardı.
* 4 Kasım 1951 : İlkokulların ders programlarına din derdi konuldu.
* 12 Ocak 1952 : ABD yönetimi, Marshall Planı çerçevesinde Türkiye'ye 58 milyon dolarlık askeri yardım yapılmasını onayladı.
* 15 Ocak 1952 : Amerika Birleşik Devletleri Türkiye'nin Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı'na (NATO) girişini onayladı.
* 21 Ocak 1952 : Milli Savunma Bakanlığı, Kore'de 34 subay, 46 astsubay ve 1252 erin şehit olduğunu açıkladı.
* 18 Şubat 1952 : NATO’ya katılma protokolünü 1951 yılında Londra’da imzalayan Türkiye, 18 Şubat’ta örgüte resmen üye oldu. Bunun neticesi olarak topraklarımıza ABD askeri üsleri kurulmaya başlandı.
* 5 Haziran 1952 : Lozan Antlaşmasına göre Fener Rum Patrikhanesi’nin başındaki kişinin TC vatandaşı olması gerekir. Bu ilke ilk kez ABD’den uçakla gönderilen Athenagoras’ın Türkiye’ye sokulması ile ihlal edildi. Başbakan Menderes Athenagoras’ı ziyaret etti ve elini öptü.
* 18 Temmuz 1952 : Türkiye, Cemiyet-i Akvam'a (Birleşmiş Milletler) elli altıncı üye olarak kabul edildi.
* 8 EKİM 1952 : Balıkesir’e giden CHP lideri İnönü’yü Vali kent dışında karşılayarak, kente girmemesini, girerse olaylar çıkabileceğini ve kendisinin sorumluluk almayacağını belirtti. İnönü gezisinden vazgeçti.
* 24 Aralık 1952 : “Anayasayı Yaşayan Dile Çevirmek” şeklinde adlandırılan yasa önerisi ile 1945 yılında türkçeleştirilmiş olan anayasa metni, yürürlükten kaldırıldı. 24 Nisan 1924’te kabul edilmiş olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu yeniden uygulamaya kondu, anayasadaki öztürkçe kelimeler ayıklandı. ( Örneğin; “bakanlıklar”, “vekalet” oldu, Genelkurmay Başkanlığı’nın adı “Erkan-ı Harbiye-yi Umumi Reisliği” şeklinde değiştirildi ).
* 21 Ocak 1953 : Petrollerimizin işletilmesiyle ilgili ilk anlaşma bir ABD şirketiyle yapıldı.
* 9 Nisan 1953 : Maliye Bakanı Hasan Polatkan, döviz açığının 553 milyon dolar olduğunu açıkladı.
* 14 Nisan 1953 : Döviz alım-satımı serbest bırakıldı.
* 17 Nisan 1953 : Ev kiralarına yüzde 100, dükkan kiralarına yüzde 150 zam yapıldı.
* 30 Mayıs 1953 : Sovyetler Birliği hükümeti Türkiye'ye bir nota verdi. Türkiye'den toprak talebi olmadığını, dostluk ilişkisi kurmak istediklerini bildirdi.
* 8 Temmuz 1953 : Millet Partisi irticai faaliyet gerekçesiyle kapatıldı, mallarına el kondu.
* 21 Temmuz 1953 : Profesörlerin politika ile uğraşmalarını yasaklayan kanun kabul edildi.
* 27 Temmuz 1953 : 2 milyondan fazla insanın öldüğü Kore Savaşı sona erdi.
* 9 Eylül 1953 : Millet gazetesi başyazarı Nurettin Ardıçoğlu 3 sene 2 ay, yazı işleri müdürü Hüsnü Söylemezoğlu 2 sene 1 ay hapse mahkum oldu.
* 14 Aralık 1953 : Hükümet, CHP’nin menkul ve gayrı menkullerinin Hazineye devredilmesine yönelik yasayı çıkardı.
* Aralık 1953 : CHP’nin Ulus Gazetesi’ne el konuldu.
* 18 Ocak 1954 : Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu kabul edildi.
* 27 Ocak 1954 : Millet Partisi yöneticileri birer gün hapis cezasına çarptırıldı.
* 27 Ocak 1954 : 6234 sayılı yasayla Köy Enstitüleri kapatıldı. (Köy Enstitülerinin yurdumuza katkısına ilişkin özet bilgi EK-3’te sunulmuştur).
* 24 Şubat 1954 : İstanbul'da sıcaklık -6 dereceye düştü. Tuna Nehri'nden koparak Karadeniz'e ulaşan ve daha sonra İstanbul Boğazı'na inen buzlar Boğazı ve limanı kapladı. Deniz trafiği durdu.
* 7 Mart 1954 : Petrol işletmeciliğini yabancı sermayeye açan ve Max Ball adlı bir yabancının hazırladığı Petrol Yasası Meclis'te kabul edildi.
* 8 Mart 1954 : Basını sıkı kontrol altına alan ve basın suçlarına yönelik cezaları yükselten Basın Kanunu kabul edildi. Hakaretle suçuyla yargılananlara iddialarını mahkemede ispat hakkı tanınması isteği reddedildi.
* 14 Mart 1954 : Demokrat Parti’den istifa ederek CHP’ye geçen Adnan Menderes’in yeğeni Özdemir Evliyazade, Cumhurbaşkanı Calal Bayar'a hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
* 18 Nisan 1954 : Mersin'de seçim konuşması yapan ana muhalefet lideri İnönü DP'lilerin saldırısı ile engellendi, İnönü alandan zorlukla kaçırılıp kurtarılabildi.
* 2 Mayıs 1954 : Genel seçimler yapıldı. Oyların %57,6’sını alan Demokrat Parti 503 sandalye kazanırken, %35,4 oy alan CHP sadece 31 milletvekili çıkarabildi.
* 14 Mayıs 1954 : TBMM ilk toplantısını yaptı.Celal Bayar yeniden cumhurbaşkanı seçildi. Adnan Menderes, kabineyi kurmakla görevlendirildi. Seçimlerden hemen sonra Celal Bayar “İnce demokrasiye paydos” söylemiyle, antidemokratik yasalarla tedbirlerin sürdürüleceğinin altını çiziyordu.
* 30 Mayıs 1954 : Muhalefet lideri Osman Bölükbaşı’yı seçen Kırşehir, ceza olarak il olmaktan çıkarılıp ilçe yapıldı. Bununla da yetinilmedi ve bölünerek eski ilçelerinden bir kısmı ile Nevşehir ili kuruldu.
* 14 Haziran 1954 : Seçimlerde CHP’ye oy veren Malatya ceza amacıyla bölünerek Adıyaman ili kuruldu.
* 21 Haziran 1954 : Demokrat Parti kendi kadrolarını kurmak için devlette tasfiyeye yöneldi.Yeni çıkarılan bir yasayla hükumete, 60 yaşını ya da 25 hizmet yılını doldurmuş yargıç ve profesörleri emekliye ayırma yetkisi verildi.
* 5 Temmuz 1954 : Memur Tasfiye Yasası, çıktı. Artık; memurlara bir süre için işten el çektirebilecek ya da emekli edilebilecek.
* 7 Ağustos 1954 : Millet gazetesi sahibi Fuat Arna, bir yazısında Başbakan Adnan Menderes'e hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklandı.
* 18 Ağustos 1954 : Millet gazetesi yazarı Nurettin Ardıçoğlu ile yazı işleri müdürü Hüsnü Söylemezoğlu gazetede çıkan bir yazıdan dolayı 7'şer ay hapis cezasına çarptırıldılar.
* 21 Ağustos 1954 : Liseler 11 sınıfa indirildi.
* 28 Ağustos 1954 : Emekli General Sadık Aldoğan tutuklandı. Gerekçe; Millet Gazetesine yazdığı bir yazıda adliyenin manevi kişiliğine hakaret etmek.
* 23 Eylül 1954 : Yeni Ulus gazetesindeki yazıları nedeniyle Hüseyin Cahit Yalçın, Cemal Sağlam, İbrahim Cüceoğlu hapis, Nihat Erim para cezasına çarptırıldı.
* 1 Aralık 1954 : Demokrat Parti’ye muhalif Yeni Ulus Gazetesi’nin yazarlarından Hüseyin Cahit Yalçın, “Hükümetin manevi şahsiyetini tahkir ettiği” gerekçesiyle 26 ay hapse mahkum edildi ve 79 yaşında hapse girdi.
* 1 Nisan 1955 : Kıbrıs’da EOKA terör örgütü faaliyetlerine başladı.
* 8 Nisan 1955 : İstanbul'da hane başına 100 gram kahve dağıtımına başlandı. Kahve alanlar, muhtarların hazırladığı listeleri imzaladı.
* 14 Mayıs 1955 : Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa'daki sosyalist ülkeler yeni bir askeri ittifak içeren Varşova Paktı'nı imzaladılar.
* 20 Mayıs 1955 : Akis dergisi yazı işleri müdürü Cüneyt Arcayürek tutuklandı.
* 9 Haziran 1955 : Türk bayrağını yırtmaktan sanık 4 Amerikalı beraat etti.
* 10 Haziran 1955 : İstanbul Hilton Oteli açıldı. 2,5 yılda biten otelde 300 oda, 500 yatak bulunuyor.
* 23 Haziran 1955 : Hükümete muhalif Akis Dergisi’nin yazı işleri müdürü Cüneyt Arcayürek “Hükümetin nüfuzunu kıracak neşriyat yapması ve bu suçu işlemekte devam etmesi ihtimalinin bulunması” gerekçesiyle 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.
* 20 Temmuz 1955 : Polis CHP İsparta İl Kongresini dağıttı. Genel Sekreter Kasım Gülek kürsüden indirildi.
* Ağustos 1955 : Karadeniz gezisine çıkmış olan CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, Sinop'ta tutuklanarak İstanbul'a getirildi ve bir gün hapiste kaldı. (Ertesi yıl benzer bir geziye kalkışması ve Rize'de dükkân sahiplerinin elini sıkması, gösteri yürüyüşü sayılarak 6 ay hapse mahkûm olacaktır).
* 5 Eylül 1955 : (Daha sonraki yıllarda Demokrat Parti’nin bir tertibi olduğu ortaya çıkacak olduğu üzere) İstanbul Ekspress Gazetesi’nde Atatürk’ün Selanik’deki evine bomba atıldığı haberi yayınlandı.
* 6 Eylül 1955 : Atatürk’ün evine bomba atıldığı haberi üzerine, “Kıbrıs Türktür” cemiyetinin İstanbul Taksim Meydanı’nda düzenlediği açık hava toplantısı, 6-7 Eylül olaylarını başlattı. Çok önceden planlanan gösteriler, kısa zamanda Rum vatandaşların işyeri ve evlerine yönelik yağmaya dönüştü. İstanbul, Ankara, İzmir’de sıkıyönetim ilan edildi.
* 7 Eylül 1955 : Olaylar diğer kentlere de sıçradı TBMM olağanüstü toplandı. Hükümet kendi tertibi olan olayları muhaliflerinin üzerine yıkmak, bir taşta iki kuş vurarak onlardan da kurtulmak amacıyla yeni bir planı uygulamaya koydu. Emniyet Amirlikleri’nce komünist olarak bilinen 48 kişi, tahrik ve tahrip suçlamasıyla tutuklanıp Harbiye’ye getirildi. İdam talebiyle yargılanması öngörülen bu kişiler arasında Aziz Nesin, Kemal Tahir, Dr. Can Boratav, Asım Besirci, Hasan İzzettin Dinamo da bulunuyordu.
* 9 Eylül 1955 : İstanbul’da 3, Ankara ve İzmir’de birer askeri mahkeme kuruldu.
* 10 Eylül 1955 : İçişleri Bakanı Namık Gedik ile İstanbul Emniyet Müdürü Alaaddin Eriş görevlerinden istifa etti.
* 12 Eylül 1955 : TBMM sıkıyönetimi 6 ay uzattı.
* 16 Eylül 1955 : İzmir'de Sabah Postası gazetesi kapatıldı, gazete sorumlu yazı işleri müdürü ve başyazarı Orhan Rahmi Gökçe tutuklandı.
* 19 Eylül 1955 : Muhalif yayınlarından dolayı Ankara’da Ulus Gazetesi süresiz, İstanbul’da ise Hergün, Hürriyet ve Tercüman gazeteleri 15 gün süreyle kapatıldı.
* 15 Ekim 1955 : Demokrat Parti’de muhalefet yaptığı gerekçesiyle 9 milletvekili partiden ihrac edildi. Onları destekleyen 10 milletvekili de kendi isteği ile partiden ayrıldı. “Onbirler Hareketi” diye anılan bu milletvekilleri, bakanlar hakkındaki iddialarda, “ispat hakkını yasaklayan kanunun” kaldırılmasını sağlayacak bir fıkranın anayasaya eklenmesini istiyorlardı. ( Gençler mantıkları almayacağı için konuyu anlamakta zorlanabilirler. Siyasiler hakkında bir iddia ileri sürenler hakaret suçuyla yargılanıp mahkum olmaktaydılar. Yargılanan kişiye iddiasını ispat hakkı tanınmamaktaydı. Reddedilen, bu hakkın tanınması isteğiydi).
* 24 Ekim 1955 : (Nazlı Ilıcak ile Ömer Çavuşoğlu’nun babası olan) Bayındırlık Bakanı Muammer Çavuşoğlu, 6/7 Eylül olaylarında uğradıkları kayıplar dolayısıyla, İzmir'deki Yunan Konsolosluğu'na, (suçluluk psikozu içerisindeki hükümet adına resmi özür yerine geçmek üzere) Yunan Bayrağı çekti ve uluslarası düzeyde özel bir yalakalık örneği verdi..
* 17 Aralık 1955 : Ankara ve İzmir’de sıkıyönetim kaldırıldı.
* 20 Aralık 1955 : Demokrat Parti’den ayrılan 19 milletvekili, Hürriyet Partisi’ni kurdular.
* 5 Şubat 1956 : Meriç ve Tunca nehirleri dondu; Yeşilköy ve Mecidiyeköy'e kurtlar indi ve İstanbul halkı ekmeksiz kaldı.
* 8 Şubat 1956 : Ekonomik sıkıntılar nedeniyle gazetelerin sayfaları 6'ya indirildi.
* 2 Mart 1956 : Cumhurbaşkanına hakaretten sanık Ulus gazetesi yazarı Şinasi Nahit Berker 1 yıl hapse mahkum oldu
* 8 Nisan 1956 : Başbakan Adnan Menderes , muhalefeti, "Siyasi sapıklık, sahte ihtilalcilik, inkarcılık, adi ve alçak iftiracılık, sahte hürriyetçilik ve tedhişçilik"le suçladı.
* 29 Nisan 1956 : Ankara'da gazeteciler Oktay Ekşi, Hikmet Tanılkan, Altan Öymen, Aydın Köker ve Seyfettin Turhan götürüldükleri Çankaya Karakolunda hakarete uğradılar.
* 1 Mayıs 1956 : 6-7 Eylül olaylarında zarar gören kiliselere 10 milyon lira avans verildi.
* 31 Mayıs 1956 : CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, "Adım adım mutlakıyete gidiyoruz " dedi.
* 7 Haziran 1956 : Demokrat Parti hükümetinin hazırladığı yeni Basın Kanunu Mecliste kabul edildi. Hürriyet Partisi adına konuşan Turan Güneş, "Bu kanunla, değil basın özgürlüğü, basın bile kalmayacak" dedi.
* 9 Haziran 1956 : Basına baskılar sürüyor; Halk gazetesi toplatıldı.
* 14 Haziran 1956 : CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, TBMM'nin manevi şahsına hakaret ettiği gerekçesiyle 1 yıl hapse ve 4 ay Bursa'da ikamete mahkum oldu.
* 15 Haziran 1956 : En etkili muhalif yayınlardan haftalık Akis dergisi toplatıldı.
* 27 Haziran 1956 : Toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunu görüşmelerinde, İnönü: "Aramızdaki farkı bilelim. Biz mutlakiyetten bugüne geldik, siz bugünden mutlakiyete gidiyorsunuz." dedi. Muhalefet topluca salonu terk etti. Tasarı DP'lilerin oylarıyla yasalaştı.
* 22 Temmuz 1956 : Akis dergisinin yine toplatıldı.
* 30 Temmuz 1956 : Ordu, Giresun ve Trabzon'da Cumhuriyet Halk Partililerin siyasi toplantı yapmalarına izin verilmedi.
* 4 Ağustos 1956 : Ulus gazetesi toplatıldı.
* 13 Ağustos 1956 : Bakanlar Kurulunca ortaokullarda din dersi okutulmasına karar verildi.
* 14 Eylül 1956 : Akis dergisi toplatıldı.
* 28 Eylül 1956 : Maliye, İstanbul'da hazineye ait 10 bin arsa ve 500 binayı satışa çıkardı.
* 11 Şubat 1957 : CHP Genel Başkanı İnönü’nün damadı ve Akis Dergisi başyazarı Metin Toker tutuklanarak cezaevine girdi.
* 14 Şubat 1957: Başbakan Menderes, Ankara'da Kocatepe camii'nin yapımı için cami yaptırma derneği'ne 100.000 TL bağış yaptı.
* 11 Nisan 1957 : Halk gazetesi sahibi Ratip Tahir Burak, bir karikatürü nedeniyle tutuklandı.
* 17 Nisan 1957 : Atatürk Orman Çiftliğinden arazi satılabilmesine olanak tanıyan kanun kabul edildi. (Atatürk’ün elleriyle oluşturduğu ve Türk halkına armağan olarak bıraktığı bu çiftliğin bugün yarıyarıya yağmalanmış olmasına yol açan süreç de böylece başlamış oldu).
* 6 Mayis 1957 : Istanbul, Ankara, Eskisehir, Adana ve Bursa'da işçi sendikalari kapatildi.
* 11 Mayıs 1957 : Zaman Gazetesi'nden Nusret Safa Coşkun ve Rıfat Ekinci birer yıl hapse mahkum oldular.
* 19 Mayıs 1957: Kayseri'de halka yaptığı açıklamada Menderes, DP'nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde yeni 15.000 cami inşa edildiğini ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin onarıldığını belirterek öğündü.
* 27 Mayıs 1957 : Demokrat İzmir gazetesi 1 ay süreyle kapatıldı.
* 31 Mayıs 1957 : Bakırköy Derbi Lastik Fabrikası hammadde yokluğundan kapandı, 720 işçi işsiz kaldı.
* 1 Temmuz 1957 : 30 Haziran 1954 tarihinde ilçe yapılan Kırşehir yeniden İl yapıldı.
* 2 Temmuz 1957 : CMP Genel Başkanı ve Kırşehir milletvekili Osman Bölükbaşı tutuklandı.
* 6 Temmuz 1957 : Hükümet, İstanbul Gazeteciler Sendikası'nı bir süre için kapattı.
* 20 Ekim 1957 : DP’nin din istismarı hızlanıyor. Menderes Adana’da yaptığı seçim konuşmasında “ İstanbul’u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camiini de ikinci bir kâbe yapacağız” dedi.
* 27 Ekim 1957 : Genel Seçimler yapıldı. Oyların % 47,9’unu alan DP 419, % 41,1’ini alan CHP: 173, % 7,1’ini alan CMP (Cumhuriyetçi Millet Partisi) 4, % 3,8’ini alan HP (Hürriyet Partisi) 2 ve bağımsızlar 2 milletvekili çıkardı.
* 27 Ekim 1957 : ’57 seçimleri 1946 seçimleri ile birlikte tarihimizin en şaibeli seçimleridir. İktidarın tertip, baskı ve sandık hileleri tepkilere, kan akmasına neden olmuştur. En vahim olaylar Gaziantep’te yaşanmış, seçimi ilkönce CHP’nin kazandığı ilan edilmiş, sonra bu karar değiştirilmiştir. Bu olayın yarattığı tepkiler iki gün sonra CHP’lilerin Cumhuriyet Bayramı kutlama alanına sokulmaması nedeniyle doruğa çıkmış, ayaklanmaya dönüşmüştür. Olayları yatıştırmak amacıyla askerî uçaklara kent üzerinde alçak uçuş yaptırmak dahil her yöntemi kullanmak gerekmiştir. Aralarında Ali İhsan Göğüş ve Cemil Sait Barlas gibi önde gelenlerin de bulunduğu CHP’liler tutuklandılar ve 5,5 ay hapiste kaldılar.
* 29 Ekim 1957 : Gaziantep olayları ile seçim günü Mersin’de bir CHP’linin öldürülmesi olayına yayın yasağı konuldu.
* 1 Kasım 1957 : Yeni meclisin toplanacağı bugün halkın tepkisinden çekinen iktidar başta meclisin çevresini tanklarla çevirmek dahil kentin tüm önemli noktalarına askerî birlikler yerleştirdi.
* 1 Kasım 1957 : TBMM, 11. Dönem çalışmalarına başladı. İstanbul Milletvekili Celal Bayar 413 oyla, 3. defa Cumhurbaşkanlığına seçildi. Kabineyi kurmakla Adnan Menderes görevlendirildi.
* 28 Kasım 1957 : Hürriyet Partisi fesih kararı aldı. CHP ile güç birliğine karar verildi.
* 27 Aralık 1957 : Basının TBMM çalışmalarına ilişkin haberlerini kısıtlamak üzere Meclis iç tüzüğünde yapılan değişiklikleri eleştiren Anayasa Profesörü Hüseyin Nail Kubalı, hükümet tarafından İstanbul Üniversitesi’ndeki görevinden uzaklaştırıldı.
Açılıyor
Rakamlara bakıldığında Türkiye’nin ceviz üretimi konusunda ne kadar geriye gittiği görünüyor.
Durum öyle vahim ki Türkiye istatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre ceviz ağacı sayısı artmasına rağmen üretim her yıl düşmeye devam etmiş. Öyle ki daha 10 yıl önce 4 bin 200 toplam ağaç sayısı ile ortalama 110 bin ton ceviz üretimi yapılırken şu an kayda geçmiş toplam 8 bine yakın ağaçtan 100 binin altında bir üretim elde ediliyor. Durum böyle olunca, Türkiye ithalata mecbur kalıyor. Ağaç sayısı artmasına rağmen üretimin düşme nedenini ele alan, Türkiye’yi yeniden ihracatçı ülke konumuna getirmek için yola çıkan ve 2001 yılında kurulan Türkiye Ulusal Ceviz Çalışma Grubu 7 yıldır canla başla çalışıyor. Grubun çalışmalarına Tarımsal Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü de katılıyor. Çalışmalar şimdiden meyvesini vermeye başladı. Edirne’de Çevre ve Orman Bakanlığı destekleri ile 25 bin dekar alanda ceviz bahçesinin
kuruldu.
1 milyon fidan dağıtıldı ama üretim artmadı
Çalışma grubu ceviz üretimi ile ilgili en büyük problemin standart üretime geçilememiş olması oldugunu düşünüyor. Bunun düzeltilmesi için birçok bölgede yoğun katılımlı toplantılar düzenliyor. Toplantıların Grup Başkanlığını yürüten Prof. Dr. Yaşar Akça ceviz üretiminin teşvik edilmesi için birçok çalışma yapıldığını ancak projelerin takip edilmediğini bu nedenle projelerden verim alınıp alınmadığının bilinmediğini ifade ediyor. Akça, “Ceviz yetiştiriciliğinde ciddi sorunlarla karşı karşıyayız. En önemli sorun zaten üretimde. Standart üretimimiz yok.
Neden? Çünkü cevizin aşı ile çoğaltılması uzun yıllar ihmal edilmiş. Tohumla çoğaltmışız ceviz ağaçlarımızı. Tohumla çoğaltılan ceviz ağaçları standart ürün vermezler.
Standart ürün olmayınca cevize bağlı sanayi de gelişmez ve buna bağlı olarak da tüketimde artmaz” diyor. Ceviz üretimini artırmak için yapılan çalışmalar değinen Akça, özellikle 1990’lı yıllardan sonra kamu kaynaklı her yıl 1 milyon fidan dağıtılmasına rağmen standart ürüne ulaşılamadığının altını çiziyor. Akça, üretim değerlerinin 120-130 bin ton olarak devam edeceğini iddia ediyor.
Yaklaşık 7-8 milyon fidan dağıtıldığını varsayımı ile bu fidanların dağıtıldığına dair resmi kayıtlar olduğuna göre neden üretim miktarı artmamıştır sorusunu gündeme getiriyor. Akça, sorunun cevabını şöyle açıklıyor: “Çünkü bu projelerin takibi yapılmamış ve başlangıçta yanlışlar yapılmıştır.
Bu fidanların ne kadarıyla kapama bahçe kurulmuştur, bu fidanların kaç tanesi tutmuştur kaç tanesi verime yatmıştır, maalesef bu konularda da kayıtlarımız sağlıklı değildir. Bu projelerde en ciddi sorun dağıtılan çeşitlerin ekolojik koşullara adaptasyon yetenekleri araştırılmadan dağıtılmasıdır.
Bu projeler kapsamında dağıtılan bu fidanların yerinde envanterlerinin çıkartılması kesinlikle gereklidir. Bu kadar sorunlarla üretim değerimizin ne kadar artacağını tahmin etmenin çok zor olduğunu belirtmek isterim.”
* 28 Ocak 1958 : Kıbrıs'ta Türklere yönelik şiddet olayları meydana geldi. İngiliz askeri Türklere karşı ilk defa silah kullandı.
* Mart 1958 : Demokrat Parti örgütlerinin ramazan ayı boyunca camilerde düzenlediği mevlitlerin propaganda amacıyla devlet radyosundan naklen yayını uygulaması başlatıldı.
* 9 Nisan 1958 : CHP'nin yayın organı olan Ulus Gazetesi üçüncü kez bir ay süreyle kapatıldı. Kapatmaya, Ankara Milletvekili Bülent Ecevit'in bir yazısı yol açtı. Gazetenin sorumlu müdürü Ülkü Arman 1 yıl, karikatürcü Halim Büyükbulut da 14 ay hapis cezası aldı.
* 30 Nisan 1958 : Et sıkıntısını gidermek için Yeni Zelanda'dan koyun eti dışalımı yapıldı.
* 6 Mayıs 1958 : Ulus gazetesi yazı işleri müdürü Nihat Subaşı 8 aylık hapis cezasını yatmak üzere cezaevine girdi.
* 7 Mayıs 1958 : Ulus gazetesi yazarı Şinasi Nahit Berker 8 ay yatmak üzere cezaevine girdi
* 8 Mayıs 1958 : Yeni Gün gazetesi yazı işleri müdürü Erdoğan Tokatlı 34 gün yatmak üzere cezaevine girdi.
* 8 Mayıs 1958 : Sıkıyönetim kararlarına uymadığı iddiasıyla Milliyet gazetesi 15 gün süreyle kapatıldı.
* 9 Mayıs 1958 : Yeni Gün gazetesi ve Akis dergisi birer ay kapatıldı. Yazı işleri müdürleri Altan Öymen 10 ay, Tarık Holulu 16 ay hapis cezasına çarptırıldı.
* 14 Mayıs 1958 : Akis Dergisi sorumlu müdürü Ziya Ademhan 1 yıl hapse mahkum oldu.
* 28 Mayıs 1958 : Eskişehir'de Hür Bilek gazetesinin sahibi Abdülkadir Gürol ile yazarı İsmail Aras 1'er yıl hapis cezasına çarptırıldı; gazete 1 ay süreyle kapatıldı..
* 28 Mayıs 1958 : Akis dergisi yazı işleri müdürü Yusuf Ziya Ademhan 3 yıl, başyazarı Metin Toker 1 yıl hapis cezasına çarptırıldı; dergi de 3 ay kapatıldı.
* 28 Mayıs 1958 : Basın suçlularının affı tasarısı, DP'lilerin oyu ile reddedildi.
* 2 Haziran 1958 : İnönü'nün, İstanbul CHP Merkezi'nde yaptığı basın toplantısındaki demecine yayın yasağı konuldu.
* 5 Haziran 1958 : Lüleburgaz'da yayımlanmakta olan Özdilek gazetesinin sahibi ve başyazarı Gültekin Arda 9 ay hapis cezasına çarptırıldı.
* 6 Haziran 1958 : Basına baskılar sürüyor; Ulus gazetesi yazı işleri müdürü Ülkü Arman ile aynı gazetenin yazarı Oktay Verel 1'er yıl, cezaevinde bulunan Şinasi Nahit Berker'le Nihat Subaşı da 4'er ay hapis cezasına çarptırıldı.
* 25 Haziran 1958 : CHP Ankara Milletvekili Bülent Ecevit'in bir yazısı nedeniyle, Ulus gazetesi yazı işleri müdürü Ülkü Arman 1 yıl hapse mahkum oldu; gazete 1 ay kapatıldı.
* 12 Temmuz 1958 : Temmuz 1958'de Kıbrıs'ta olaylar tırmanıyor. Beş Kıbrıslı Türk pusuya düşürülerek öldürüldü.
* 14 Temmuz 1958 : Irak'ta darbe gerçekleşti, Kral Faysal ve Başbakan Nuri Sait Paşa öldürüldüler. (DP yöneticileri bu olaydan çok etkilenmiş, benzer bir olayın Türkiye’de de olabileceği konundaki derin endişeleri ile dengeleri iyice bozulmuştur).
* 16 Temmuz 1958 : Ortadoğu'daki muhtemel karışıklıklara müdahale etmek amacıyla 11 bin ABD askerinin İncirlik üssüne indirilmesine başlandı.
* 19 Temmuz 1958 : Nükleer silah taşıyan ABD uçakları İncirlik üssüne indi.
* 2 Agustos 1958: Uluslararası Para Fonu (IMF) baskısıyla, Cumhuriyet tarihinin en yuksek orandaki devaluasyonu yapilarak 1 dolar 2,80 TL’den 9 TL’ye çıkarıldı. Devalüasyon orani yüzde 221 oldu.
* 4 Ağustos 1958 : IMF Turkiye'ye 250 milyon dolar kredi verdi.
* 6 Eylül 1958 : Başbakan Adnan Menderes, "İdam sehpalarında can verenlerden ders alsalar ya…" diyerek muhalefeti tehdit etti.
* 7 Eylül 1958 : CHP Genel Başkanı İnönü, "Sehpalar kurulursa nasıl işleyeceğini kimse bilemez" diyerek başbakana cevap verdi.
* 9 Eylül 1958 : İzmir’in Kurtuluş Günü törenlerine siyasî parti temsilcilerinin katılması, iktidar aleyhine ve CHP lehine tezahürat yapılacağı endişesiyle yasaklandı.
* 21 Eylül 1958 : Başbakan Menderes, CHP'nin parti olmadığını, İsmet İnönü'nün siyaseti bırakması gerektiğini, basının istediğini yazamayacağını söyledi
* 22 Eylül 1958 : İnönü, "Demokrasiye paydos demeye Demokrat Parti genel başkanının gücü yetmeyecektir" şeklinde cevap verdi.
* 12 Ekim 1958 : Başbakan Adnan Menderes yurttaşlara muhalefetin kin ve husumet cephesine karşı bir “ Vatan Cephesi “kurmaları çağrısında bulundu. DP iktidarı ülkede demokratikleşmeyi sağlamak iddiasıyla gelmiş, ancak uygulamasıyla ülkede cepheleşmeyi arttırmış, kendi dışındaki siyasi güçleri tasfiye etmeye çalışmıştı. Bu uygulamalardan birisi de, vatandaşları ancak CHP’ye karşı olmakla vatansever kabul eden bu uygulamadır. O tarihten sonra ülkenin her yanında Vatan Cephesi örgütleri kurulmaya başlandı. Üyeler aslında DP'ye üye oluyorlar, fakat katıldıkları örgüte “Vatan Cephesi” deniyordu. Vatan Cephesi kuranların ve katılanların adları her gün radyoda tek tek okunuyordu. Rakipsiz tek yayın organı olan devlet radyosunda (çoğu uydurma olduğu iddia edilen) bu listelerin her gün ve dakikalarca okunması, vatandaşta sıkıntı ve tepkinin yanı sıra siyasal gerilimi de büsbütün artıran bir kampanyaydı. DP ve CHP’lilerin kahvehanelerini dahi ayırdıkları gözlenmeye başladı.
* 18 Ekim 1958 : Zile’yi ziyaret eden İnönü’nün karşılanmaması için ev ve işyerlerinden çıkmaları Kaymakam tarafından yasaklanmaya çalışılan halkla güvenlik güçleri arasında uzun süren çatışmalar yaşandı. Halka karşı tazyikli su, cop/dipçik, göz yaşartıcı bomba kullanıldı, havaya ateş açıldı.
* 19 Ekim 1958: Başbakan Menderes, Said-i Nursî’nin yaşadığı Emirdağ’da Nurcular tarafından hilafet ve saltanatı temsil eden iki tuğralı, yeşil bayrak açılarak karşılandı. Menderes’in Emirdağ’ı bu ziyaretini özel bir destek işareti olarak değerlendiren Said-i Nursî, bu olaydan sonra ülke içinde gezilere başladı. ( Menderes Risale-i Nurların ilk kez serbestçe basılması için 1956’da talimat vermiş ve kağıt tahsisi yapmıştı).
* 3 Kasım 1958 : CHP'nin yayın organı Ulus gazetesi 1 ay süre ile tekrar kapatıldı.
* 30 Kasım 1958 : İnönü'nün damadı Metin Toker, Akis Dergisi’ndeki bir yazıdan dolayı ikinci kez bir yıl hapis cezasına çarptırıldı. ( DP hükümeti Adalet Bakanı Esat Budakoğlu, TBMM’de bir soru üzerine, Demokrat Partinin ilk sekiz yıllık hükümet dönemi içerisinde 811 gazeteciye toplam 57 yıl hapis cezası verilmiş olduğunu açıkladı).
* 21 Ocak 1959 : Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ulus Gazetesi’ndeki bir yazısı nedeniyle kendisi ve yazı işleri müdürü Ülkü Arman birer yıl hapse mahkum oldu; gazete bir ay süreyle kapatıldı.
* 22 Ocak 1959 : Demokrat İzmir Gazetesi yazı işleri müdürü Şeref Balçık'a 15 gün, gazetenin sahibi Adnan Düvenci'ye 1 yıl mahkûmiyet cezası verildi.
* 26 Ocak 1959 : 17 gün hapis cezasına çarptırılmış olan Ankara Telgraf gazetesinin sahibi ve yazı işleri müdürü Fethi Giray cezaevi'ne girdi.
* 17 Şubat 1959 : Başbakan Menderes'i Londra'ya götüren uçak, Gatwick Kasabası yakınlarında düştü. 14 kişinin öldüğü kazada Başbakan Adnan Menderes kurtuldu. ( Olayın Türkiye'de duyulması üzerine, iktidar ile muhalefet arasındaki gerginlik bir anda yerini ılımlı bir ortama bıraktı. Ancak bu bahar havası fazla sürmedi).
* 20 Şubat 1959 : Yurda dönen Menderes boğa ve develerin dahi kesildiği görkemli törenlerle karşılandı. Uçak kazasından kurtulmuş olması nedeniyle taraftarları arasında adeta evliya mertebesinde kabul edilen Menderes Eyüp Sultan’a gitti, yanında büyük bir kalabalıkla türbede dua etti, dağıtılmak üzere resimler çektirdi.
* 2 Mart 1959: Menderes’in müsteşarı (mason) Ahmet Salih Korur, Eyüp Sultan Cami’sinin avlusunda büyük bir iftar yemeği verdi. Korur’un imzasıyla davetlilere gönderilen iftar çağrıları, 2 Mart 1959 değil, 2 Ramazan 1378 tarihini taşıyordu.
* 5 Mart 1959 : Türkiye ile ABD arasında ikili bir askeri bir antlaşma imzalandı. ABD'nin diğer Bağdat Paktı ülkeleriyle de imzaladığı bu ikili antlaşmaya göre, bu ülkelere doğrudan ya da dolaylı bir saldırı söz konusu olduğunda, ABD ülkenin isteği üzerine gerektiğinde silahlı kuvvetlere de başvurarak yardımda bulunacaktı. Bu maddede yer alan “dolaylı saldırı” kavramının, Irak’ta yaşanmış olan darbe benzeri bir tehditle karşılaşıldığında ABD’nin mevcut iktidarın yardımına koşacağı anlamına geldiği yorumu yapıldı. Çünkü NATO antlaşması çerçevesinde, ABD’nin bir “dış saldırı” konusunda zaten yardım taahhütü bulunmaktaydı.
* 11 Mart 1959 : Vatan gazetesinden alıntıladığı bir yazıdan dolayı, Ulus gazetesi Yazı işleri müdürü Ülkü Arman 1 yıl 4 ay hapse, 4 000 lira ağır para cezasına mahkum edildi. Ayrıca Ulus gazetesi1 ay süreyle kapatıldı. * 12 Mart 1959 : Haber gazetesinin sahibi ve yazı işleri müdürü Vedat Refiioğlu'na usulsüz tekzip yayımlamaktan 12 gün hapis cezası verildi
* 13 Mart 1959 : Amerikalı gazeteci Pulliam'ın Türkiye hakkında yazdığı bir yazıyı Ulus gazetesinde yayımladığı gerekçesiyle gazetenin yazı işleri müdürü Erman'a 16 ay hapis cezası verildi; Ulus bir ay kapatıldı.
* 20 Mart 1959 : Akis Dergisi yazı işleri müdürü Yusuf Ademhan 12 ay hapis cezasına mahkum edildi. Dergi bir ay süreyle kapatıldı.
* 23 Mart 1959 : Ankara'da yayınlanan Öncü gazetesi süresiz olarak kapatıldı.
* 26 Mart 1959 : Akhisar'da çıkan İbret gazetesinin sahibi ve yazı işleri müdürü Mustafa Deral, yayım yoluyla hakaretten 10 ay hapis cezasına hüküm giydi.
*15 Nisan 1959 : Başbakan Menderes bindiği Giresun ve refakatindeki Gelibolu muhripleri ile İspanya’ya gitti. Bu, bir örneği daha önce ve daha sonra hiç görülmemiş pahalı bir görgüsüzlük örneği olarak tarihe geçti.
* 25 Nisan 1959 : CHP'li Kemal Satır'ın yaptığı konuşmayı yayımladığı için Ulus gazetesi yazı işleri müdürü Beyhan Cenkçi 10 ay hapis cezasına mahkum edildi. Ulus gazetesi bir ay süreyle kapatıldı.
* 29 Nisan 1959 : Tekzipleri usulüne uygun yayınlamadıkları için, Demokrat İzmir gazetesi yazı işleri müdürü Şeref Balçık 14 gün, İstanbul Havadis gazetesi yazı işleri müdürü Hamdi Tezkan 12 gün hapis cezası aldı.
* 30 Nisan 1959 : İsmet İnönü'nün Uşak gezisinde olaylar çıktı. İnönü’nün Kurtuluş Savaşı'nda karargâh olarak kullandığı evi ziyaret etmesi, Uşak Valisi tarafından önlenmek istendi. Valinin bu yasadışı buyruğunu kabul etmeyen Emniyet Müdürü ve Jandarma Komutanı aynı gün görevden alındılar. Polis, halkı dağıtmak için göz yaşartıcı bomba kullandı. Akşam Uşak iline civardan DP'li partizanlar getirildi.
* 1 Mayıs 1959 : Uşak’tan ayrılmak üzere tren istasyonuna gitmekte olan İnönü'nün arabası önü kesilerek durduruldu. İnönü arabadan inip, yaya olarak istasyona giderken arkasından başına taş atıldı, İnönü başından kan akarak trene ulaştı ve İzmir'e gitti. İzmir'de CHP'nin yapmak istediği toplantı engellendi. DP'li partizanlar, Demokrat İzmir Gazetesi'ni bastılar, matbaa makinelerini parçaladılar.
* 2 Mayıs 1959 : İzmir'de CHP Genel Başkanı ve ana muhalefet lideri İsmet İnönü'yü karşılamaya gelenleri jandarma dağıttı; 10 kişi yaralandı; olaya yayım yasağı kondu. (Gençlere bu yayın yasağının pratik yansımalarını aktaralım. Muhalif gazeteler yayını yasaklanmış haberlerin yerleri gazetelerde boş bırakırlar, bu nedenle belirli yerleri boş / bembeyaz gazeteler çıkardı).
* 4 Mayıs 1959 : CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün arabası İstanbul Topkapı'da Trafik Müdürü tarafından durduruldu. Çevrede organize olarak toplanmış ve içirilmiş zorbalar tarafından araba sarıldı. Bir binbaşının olaya müdahale edip askerlere emir vermesi sonucu İnönü son dakikada linç edilmekten kurtuldu. Olaya yayım yasağı kondu. Aynı gün Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri protesto amacıyla Meclis oturumuna katılmadılar.
* 11 Mayıs 1959 : Bursa'da yayımlanan Yeni Ant gazetesinden Derviş Sami Taşman ve Fethi Taşman da 1 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldılar.
* 20 Mayıs 1959 : Vatan gazetesi yazarlarından Sadun Tanju, saldırıya uğradı
* 27 Mayıs 1959 : Ankara'da yayımlanan Zafer ve Yenigün gazeteleri ve Ulus gazetesi 1 ay süreyle kapatıldı. Ulus gazetesi yazı işleri müdürü Ülkü Arman, Bülent Ecevit'in bir yazısı nedeniyle 10 ay hapis cezası aldı.
* 3 Haziran 1959 : Polis Zonguldak Maden İşçileri Kongresini dağıttı.
* 3 Haziran 1959 : İzmir Demokrat gazetesi 1 ay kapatıldı. Gazeteci Adnan Düvenci ve Şeref Bakşık 16’şar ay hapis cezasına çarptırıldılar.
* 24 Haziran 1959 : Doğan Avcıoğlu’nun İran Şahı Rıza Pehlevi’ye ilişkin yazısı nedeniyle Akis dergisi hakkında dava açıldı.
* 8 Temmuz 1959 : Ulus gazetesinden Oktay Verel ve yazı işleri müdürü Beyhan Cenkçi birer buçuk yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ulus gazetesi bir ay süreyle kapatıldı.
* 13 Temmuz 1959 : Trabzon'da bir Amerikan üssü kuruldu.
* 29 Temmuz 1959 : İstanbul'da 3, Nazilli'de 1 gazeteci hapse mahkum edildi.
* 31 Temmuz 1959 : Türkiye (sonradan AB’ye dönüşecek olan) Avrupa Ekonomik Topluluğu'na (AET) üyelik için resmen başvurdu.
* 19 Eylül 1959 : İncelemelerde bulunmak için Çanakkaleye gelen CHP milletvekilleri İbrahim Saffet Omay ve Daniş Yurdakul’u taşıyan geminin limana yanaşması DP’liler tarafından engellendi ve İmroz’da indirildiler. Gece bir motorla gizlice İmroz’dan Çanakkale’ye geçen iki milletvekilinin gerek Geyikli’ye gelişlerinde gerekse döndükleri zaman İstanbul rıhtımında karşılanışlarında DP’li grupların saldırıları çatışma yarattı..
* 7 Kasım 1959 : CMP lideri Osman Bölükbaşı 10 ay hapse mahkum oldu.
* 16 Aralık 1959 : Vatan Gazetesi 1 ay süre ile kapatıldı.