Kırım'da unutulan
gerçekler
Beni ilgilendiren, radikal milliyetçi liderin ne söylediği değil.
Bu söylemin Türkiye’de yansımasının olmayışı.
Bunun bir tartışma başlatmayışı.
Birilerinin Sevr’den kalma psikozları ile toprak taleplerine (Batı Ermenistan, Kuzey Kürdistan, Pontus) o kadar alışmışız ki, o kadar savunma pozisyonuna göre şartlanmışız ki, toprak talep etmek aklımızın ucundan bile geçmiyor.
Yurtta ve dünyada barışı kendimize hedef seçtiğimize göre, böyle taleplerle ortaya çıkmamız beklenemez.
Ancak, kendi tarihimizi daha yakından tanımak ve anlamak için, bu tartışmalara ihtiyacımız yok mu?
Bence var…
Pek çoğumuzun ‘Tatarlar’ olarak andığı Kırım Türkleri, bugünkü Kırım topraklarına, 9. ve 10. yüzyılda gelmeye başladılar. O tarihlerde ‘Kıpçaklar’ olarak biliniyorlardı. 12. yüzyılın sonlarına doğru, tarih kitaplarımızda ‘Altınordu’ olarak geçen, gerçek adı Altın Ordu olan devletin temelleri atıldı.
Müslümanlığı kabul edince Kıpçaklar, kültürel bir değişim yaşadılar. Bu değişimin sonunda ‘Kırım Türkleri’ adı verilen millet oluştu.
Altınordu Devleti, son hakanları Toktamış Han zamanında, Timur’a yenilince güç kaybetti ve 1419 yılında tarih sahnesinden tamamen silindi. Yerine birkaç hanlık kuruldu.
Bunlardan biri, 1441 yılında Hacı Giray’ın kurucusu olduğu Kırım Hanlığı’dır.
Hacı Giray Han, 1454 yılında, Osmanlı Devleti’nin askerî desteği ile, kendilerini rahatsız eden Cenevizlileri yendi.
Böylece Osmanlı Devleti ile Kırım Hanlığı ilişkisi başladı.
İkinci Kırım Hanı Mengli Giray döneminde Kırım, Osmanlı Devleti’nin himayesine girdi. Himaye 300 yıl devam etti.
1768 – 1774 Osmanlı Rus Savaşları yaşandı ve 21 Temmuz 1774 tarihinde Küçük Kaynarca Antlaşması imzalandı. Bu Antlaşmaya göre Kırım, Osmanlı’dan kopartıldı, bağımsızlaştırılarak Rusya’nın kolayca yutabileceği bir lokma haline getirildi. Osmanlı ilk defa, halkı tamamen Türk ve Müslüman olan bir vilayetini kaybediyordu.
Bir süre sonra Ruslar, Kırım’daki taht kavgalarını körükleyerek iç savaş haline dönüştürdüler. Kırım Türklerinin bir bölümü, 1778 yılında, ‘Ak Topraklar’ dedikleri Osmanlı yönetimindeki bölgelere (Türkiye) göç etmeye başladı.
1783 tarihinde Generali Potemkin komutasındaki Rus Ordusu, Kırım’ı işgal etti ve Rusya’nın bir vilâyeti haline getirdi.
1783 – 1800 yılları arasında 500.000 Kırım Türkü yurdunu terk etti. Ayrılanlar, toplam nüfusun % 35’i idi. Göçler, 1800’lü yıllar boyunca hep devam etti. Sayı 1,5 milyona ulaştı.
SSCB Devlet Başkanı Stalin, Kırım Türklerinin II. Dünya Savaşı sırasında Almanlarla işbirliği yaptığını iddia ederek top yekûn sürgüne gönderilmesini emretti (18 Mayıs 1944).
Kararın hemen ardından, 420.000 kişi vagonlara doldurularak sürgüne gönderildi. Bir kısmı da teknelere bindirildi ve Karadeniz’de tekneler batırıldı.
Bir ay süren vagon yolculuğunda kimsenin vagonlardan inmesine izin verilmedi ve 200.000 kişi hayatını kaybetti.
Kabartay, Sibirya, Kırgızistan, Kazakistan ve Özbekistan’a sürülen Kırım Türkleri zor koşullarda yaşadılar.
1990 yılında geri dönüş izni çıktı. Bir kısmı döndü, bir kısmı ise hala sürgünde yaşıyor.
Osmanlı Devleti’nin 1774 yılında, Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rusya’ya bıraktığı Kırım, 1954 yılında, dönemin SSCB Başkanı Ukrayna asıllı Kruşçev tarafından Ukrayna’ya (Rus-Ukrayna kardeşliğinin 1000. yılı bahanesiyle) hediye edildi.
Ancak, bazı Rus ve Ukraynalı tarihçilerin altını çizdiği bir nokta var. Bu tarihçiler, ‘Küçük Kaynarca Antlaşması’nda bir hüküm var. Rusya Kırım’ı başka bir ülkeye veremez, verirse, Kırım Osmanlı’ya geri döner’ diyorlar.
Tartışma da burada başlıyor.
Kırım’ın Ukrayna’ya verilmesi acaba, Küçük Kaynarca Antlaşmasına göre mümkün değil miydi?
Buna göre, Kırım, Osmanlı’nın mirasçısı olan Türkiye’ye iade edilebilir mi?
Bu konu, önümüzdeki dönemde daha fazla konuşulacak ve tartışılacak.
- Rusya’nın 1997 yılında Ukrayna ile imzaladığı karşılıklı toprak bütünlüğünün tanınmasını öngören 10 yıllık anlaşmanın kısa süre sonra sona erecek olması, bunun uzatılmaması yönündeki talebin Duma’da kabul edilmesi, Kırım’ı yeniden kazanmak için Rusya’nın aldığı bir önlem mi acaba?
- Yoksa, arka bahçesi Ukrayna’ya, Soros devrimleri ile uzanan ve Karadeniz’de beklentileri olan ABD’ye bir mesaj mı?
- Veya Ukrayna’yı içine alarak Rusya’nın dibine kadar uzanan NATO’ya bir tavır mı?
Sizce tüm bunları tartışmaya ihtiyacımız yok mu?
Bence var…
Satranç tahtasına elimizi uzatmaya ne dersiniz?